Bu hayli kişisel bir blog! Ama olur da birinin gözleri buraya düşer diye not...

Bu bloğu okuyacak olana sevgilerle...

Yürümek kadar yazmak da iyi geliyor. Ondandır, buraya dökülüyor şimdi kelimelerim. Kalemimin nasibince... 

İsimden başlayalım söze o halde:

Neden Dağları Seven Adam gibi basit ve belki çocukça bir tanım? Şöyle ki: İngiliz roman ve hikayecisi D.H. Lawrence’ın “Adaları Seven Adam” adlı harika bir hikayesi vardır. Toplumdan kaçan, merdümgiriz bir tipi işler bu kısa hikayesinde. Adam yalnız kalmak istemekte ve bir ada satın alıp oraya yerleşerek kendisini toplumdan soyutlamaya çalışmaktadır. Ard arda üç ada satın alır ve her defasında kendisini daha da yalnızlaştırır. Son ada çok küçüktür, yosun ve kayalıktan başka pek bir şey de yoktur. Uygarlıkla bağlantısını sağlayan tek şey ufak bir kayıktır. Adam mutlak yalnızlığın içinde varoluşun anlamsızlığının dehşetiyle yüzleşir ve bir sabah geri dönmeye niyetlenir. Ama gece boyu devam eden kar fırtınası kayığı batırmıştır. O andan itibaren geri dönmek mümkün değildir. Lawrence bize hiçbir insanın anakaradan soyutlanmış bir ada olmadığını, olamayacağını; modern çağın bireyin önüne çıkardığı problemlerin toplumdan kaçıp fil dişi kulede inzivaya çekilerek çözülemeyeceğini muhteşem bir edebi deha ile anlatmaya çalışır. 
   
Sosyal becerileri güçlü olmayan, aslında güçlendirmek için çaba da harcamayan, içe dönük bir birey olarak bu hikaye beni çok etkilemişti. O tipte ben de vardım. Edebiyatın insanı ve problemlerini tanıma ve tanıtmada ne kadar etkili bir araç olduğunu bu minik metin bana henüz edebiyatı kavramaya yeni başlamışken gerçek anlamda fark ettirmişti. Ama bu antikahramanın aksine ben denizden hoşlanmam, kökleri arzın derinliğinde, huyuna suyuna aşina olana ve katlanana yollarını açan dağları adalara tercih ederim. Dağlara yalnız kalmak için değil, aksine envai çeşit canlı varlıkla bilhassa özümle hemdem olmak için, kalabalık şehirdeki maskeli yalnızlıktan uzaklaşıp katıksız mutluluğu yaşamak için gidiyorum. Çocukluğumdan kalan en güçlü anı kırıntılarında bile Kaçkarlara özgü sisli kaya görüntüleri var. Minik ayaklarla kadim patikalarda gün boyu eşlik ettiğim yayla göçünün anısı hep benimle beraber nefes alıyor. Hayatımın en güzel anlarını dağlarda geçirdim. Hep bu coğrafyayı arzuladım. Eğer bir gün benden esirgenen o ifade kudretine kavuşursam, belki ben de Dağları Seven Adam’ı yazarım... Kim bilir? Dolmadan taşamayız...


Unutmadan, bu blog  "sadece kaçıklar için"dir...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Rakka Rakka Koçdüzü

İlticâ

Jübile yâhut Bir Özge Temâşâ