Vaşa'dan Puşula'ya, Metruk ve Mahzun Konaklar Arasında Bir Yürüyüş...

Kendime ait her şeye sahip olduğum bir oda var; o, doğadır...

Henry David Thoreau


2019 son baharında Puşula’ya, 2020 kışında ise Vaşa’ya keşif yürüyüşleri yapmıştım. Puşula’ya o yıl iki kere çıkmıştım. Vaşa’ya ise kışın ortasında her taraf karken çıkmaya çalışmış ama heyelanlı, tabanı gevşek ve eğimi fazla bölgelerin üstüne yağan yoğun karın üzerinden geçmek partnerimi korkuttuğu için Vaşa’ya o sene ulaşamayıp yarı yoldan dönmüştük. Ama aklımın bir köşesinde ben rotayı tamamlayalı çok oluyordu. Bu seneye nasip aklımdakini ayaklarıma yükleyip tek başıma, istediğim tempoyla vurdum yola! 

Rota İkizdere’nin en güzel köylerinden biri olan Çamlık’tan (Köhçer) başlıyor. Aracımı dönüş yolum olacak olan Puşula Mezrası patikasının bittiği/başladığı yerde bıraktım. Buradan Vaşa Yaylası’na giden yolun girişine kadar yaklaşık bir buçuk kilometre Ovit yolu üzerinden yürümek gerekiyor. Asfalt da olsa etrafın görselliği güzel olduğundan sıkmıyor hiç. Vaşa yoluna girdikten sonra yol biraz beton olarak devam ediyor ve toprak yola kavuşuyoruz. Toprak ama yine de araç yolunda yürümek çok da istediğim bir şey değil. Buna rağmen, çok işlek olmayan ve etrafı harab edilmemiş bir yol olmasından dolayı bu kısımda da sıkılmadan keyifle yürümeye devam ediyorum. Bir noktada yolun karşı tarafında birkaç ahşap evden oluşan küçük ve doğallığı bozulmamış şirin bir mezra, Taşte görülmeye başlıyor. Ve bir yol ayrımına geliyoruz. Taşte Mezrası‘nın yakınından geçen yola saparsanız Vaşa yaylası’na kadar hal-i hazırda kullanılan araç yoluyla gitmek durumunda kalırsınız. Ama diğer sapağa sapar ve sonra vericinin yanından geçen yola girerseniz işte cennet yolu buradan itibaren başlıyor! 

Mezranın içinden geçen yol Vaşa’nın yeni yapılan yolu. Ama diğer sapaktan devam eden -bizim kullanacağımız- yol eski yol ve araç yolu olmaktan çıkıp nefis bir patikaya dönmüş durumda. Yürürken yeşillik bize kollarını uzatıp sarıldı sarılacak hissine kapılıyoruz. Bu yoldan vazgeçilmesinin sebebi sanırım yolun birkaç virajının su oluğundan geçmesinden dolayı bu virajların her sene hatta her kuvvetli yağmurda taşan suyun sebep olduğu toprak kaymaları yüzünden kapanması. Köylüler sürekli bununla uğraşmaktansa daha stabil bir yol açtırmayı tercih etmişler, iyi mi yapmışlar kötü mü burada tartışmayacağım. Ama yeni açılan yolun tercih edilmesiyle doğa eski yolu işgal edip harika bir patikaya çevirmiş. Bu güzergah üzerinde üç noktada  toprak kaymasıyla yol çökmüş durumda. Kışın geri döndüğümüz yer de bu kaymış bölgelerin ilkiydi. Yan geçiş yapmak durumunda kaldığımız bu bölgelerde zemin gevşek olduğundan dikkatli olmak gerekiyor. 

Yol ağaç sınırına kadar yeşil yeşil yükseliyor. Ağaç sınırından sonra görüşümüz açılıyor ve karşı dağları, bu dağlardaki yaylaları, mezraları, köyleri izleyerek devam ediyoruz. Ve sonra Vaşa’nın ilk evi bizi selamlıyor. Ama buruk bir selam bu zira bu yayla hemen hemen metruk bir durumda. Hiç bozulmadan yöresel mimarisini tamamıyla (evet tamamıyla) korumuş bir yayla ama bu korunma terk edilmenin sonucu aslında. İnsanlar kullansa bir dert terk etseler ayrı! Yaylanın girişinde bir sürü ev mahzun ve metruk öylece duruyorlar zamanın oyucu parmakları arasında. Yolun bu kısmına kadar hissettiğim coşku yerini hüzne bırakıyor! Biraz fotoğraf çektikten sonra maalesef bu kültürün kaderi bu sanırım diyerek yola devam ediyorum. Betona gömülmesindense insanları tarafından unutulup toprağa karışsınlar daha iyi! Yol yaylanın içinden devam ediyor. Diğerlerinden nispeten iyi durumdaki ahşap evlerin arasından yürüyerek biraz yükseldikten sonra bir karı kocayla karşılaşıyorum. Beni garipseyen adamla biraz sohbet edip yoluma devam ediyorum. 

Yolun bundan sonraki kısmı nispeten düz devam ediyor. En yüksek rakımdayım artık ve neredeyse 360 derece manzaram var. Sağ tarafta Çağrankaya Yaylası görünüyor. Cimil Vadisi’ni görebilir miyim diye merak edip rotadan biraz saparak sağa doğru ilerliyorum. Tekrar yola girip biraz daha yükseldikten sonra arkamı dönüyorum ve Çamlıhemşin’in haşin evladı Verçenik, 3711 metrelik zirvesiyle bana hoş geldin diyor. “Hoş buldum efendim.” diyorum, “Buralarda tanıdık bir yüz görmek ne hoş!”. Biraz oturup çantamdaki armudu, tadına vara vara yerken Verçenik’i seyrediyor ve kalkıp yola devam ediyorum. Sol altta sıralanan sırtların birinde Puşula kendini uzaktan yavaş yavaş gösteriyor. Yine aklımdaki ezgiler dudaklarıma ıslık ve türkü olarak düşmeye başlıyor. Kökleri toprağa sarılmış heybetli bir gürgenin rahatlığı var üzerimde ve keyfim yerinde. Bacaklarım birer kanat sanki, yumuşak toprak ayaklarıma karşı koymak bir yana onları bağrına basıyor. Kuzeydeki alçak tepelerin arasından bulutlar sökün ediyor, tatlı bir rüzgar terimi kurutuyor. İşte mutluluk, işte zenginlik! Sağlık olsun, dağlar dursun, yol gitsin...Başka hiçbir şey istemiyorum! 

Derken geldik Puşula’ya doğru inişe geçeceğim yere. Başlarda belirgin bir patika yok. Seyrek komarlık bir sırtın yanından vuruyorum aşağı. Biraz indikten sonra patika başlıyor belli belirsiz. Bu patika beni Çamlık’ın içine kadar götürecek, başladığım yere. İniyorum, iniyorum bir kartal sesleniyor aşağıdan, vadiden. Ben de bağırıyorum kartal gibi. Cevap geliyor, yine bağırıyorum. Derken Puşula, üzgün Puşula çıkıyor karşıma. Bütün evler harap, çoğu yıkık! Yine bir hüzün çöküyor. “Çok mu zor bakmak, gelip birkaç gün geçirmek?” diye düşünüyorum yine ama birkaç km aşağıda yaşadıkları halde buraya yıllardır hasret kaldıklarını bildiğim insanlar var. Yörenin zor yaşam koşullarından belki fırsatını bulamıyorlar. Köydeki bazı tanıdıklarım benim çektiğim fotoğrafları benden rica edip bu şekilde evlerinin ve yaylanın durumunu öğrenebiliyorlar ancak. Lakin ben olsam bütün zorluklarına rağmen ne yapar eder buraya çıkar kadim konağımı abad ederdim diye düşüncelere kapılıyorum yine. Neyse, biraz oturup bu sefer şeftali yiyorum, tadını bütün zerrelerimle sömürerek. Gürbüz şeftali lokmaları boğazımdan kayarken Epiküros düşüyor aklıma: O da her yemeğinin mutadı olan kuru ekmeğin yanına, bir dilim peyniri ziyafet bilirmiş kendine. 

Dinlenceden sonra yıkık yayla konaklarının arasından inişe devam ediyorum. Köylülerin bile çok kullanmadığı gözlere şenlik bir patikadan inişe geçiyorum. Patika yer yer yaprak ve dalların arasında kayboluyor ama yolun yabancısı değilim, şarkı söyleye söyleye iniyorum. Çok sürmeden vadinin ortasına geliyorum ve beni karşı yakaya atacak olan küçük köprüden geçip patikanın en güzel kısmına giriyorum. Köye az kaldı ama şu patika kısa da olsa o kadar güzel, o kadar huzur verici ki biraz durup ağzım kulaklarımda izliyorum. Yer yer ağaçlarla sarılmış mağaraya dönmüş bir küçük yol. Karanlık ve aydınlık iç içe, yaprakların güneş ışığıyla sarmaş dolaş halleri yansıyor çimlere ve ışık oynaşıyor toprakta. Yürüyorum, sağda birkaç buzağıya rastlıyorum. Biri biraz peşimden geliyor. Orada olmamdan rahatsız boynuzlarını sallıyor. Tedirgin etmeden yola devam edip köydeki birkaç evin içinden geçiyorum. Bitişe az kalmışken tırpan sallayan altmışlarında bir amcayla sohbet ediyorum. Nereleri yürüdüğümü duyunca şaşırıyor “Ulassağa helalossun!” diyor. “Vaşa da bizumdu, Puşula da bizumdu. Hoş celmişsen sefa ceturmişsen!” Hoş bulduk diyorum. “Çok şanslısınız, ne güzel yerde yaşıyorsunuz böyle!”. “Cuzeldu cuzeldu da geçim yokdu oğul! Altmişbeş yaşineyim, aha şimdi da kollarum ağirur, zordur burada yaşamak.” Duygulanıyor, ben de “İyisin, iyisin maşallahın var.” diyorum. “Anam da senun cibiydi. Severidi yurumayi, cezmayi.” Çamlıhemşinli olduğumu öğrenince anılarından başlıyor anlatmaya. 5-10 dakika sohbetten sonra amcaya veda ve yola devam edip tam olarak başladığım noktada yürüyüşü bitiriyorum. Yine bir hafiflik gelip konuyor üzerime, mutluyum yine...

Vaşa Yaylası'ndan Çamlık

"Yikilmayasuz dedi oğul, sırtında bir dünya!"
Puşula'dan inişte Çamlık'ın içine giden patika üzerinde karşılaştığım bir "KADIN"... 

.....

Yitik zamanın münzevi konakları, metruk ve mahzun...






Bu yazı 29.08.2020'de kaleme alınmıştır.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bu Tatos Dağları'nı Tavaf Ettiğim ve Ayı Saldırısından Nasıl Kurtulduğumdur...

Sû-i Tedbîrimle Yâ Hû

Akıl, Bir Damla Su!..