Kalçarak, Sarpinovit ve Çermaniman Vadileri

As long as I live, I'll hear waterfalls, birds and winds sing. I'll interpret the rocks, learn the language of flood, storm, and the avalanche. I'll acquaint myself with the glaciers and wild gardens, and get as near the heart of the world as I can.

Ömrüm oldukça, çağlayanların, kuşların ve rüzgarların ezgilerini dinleyeceğim. Kayalardaki gizemi çözecek; sellerin, boranların ve çığların diline vâkıf olacağım. Buzullar ve yabani bahçelerle hemhal olacak; Dünya'nın yüreğine mümkün mertebe yakınlaşacağım.

John Muir

(Çeviri: Bayram KUS)


Bu hafta için planladığım güzergahı yürümek üzere pazar sabahı 04.45’te İkizdere’den Cimil’e doğru yola çıktım. Şimdiye kadar Cimil Vadisi’nin kuzey yakasını dolaşmıştım. Güney yakasındaki vadilere ise girmemiştim. Önceden harita üzerinde planladığım rota Cimil Vadisi’nin kuzey yamacının en batısındaki Kuruyatak Vadisi’nden başlıyordu. Vadinin sonundaki göllere uğrayıp, doğu yönünde ilerleyecek güneyde kalan aşıttan aşarak Dört Göller ve Yedi Göller’i görecek sonra tekrar kuzeydeki aşıttan Sefkar Gölleri’ne inip Sarpinovit üzerinden Serdarlar bölgesine ulaşacaktım. Oradan da aracıma 5-6 kmlik bir yürüyüş yapıp faaliyeti sonlandıracaktım. Toplamda 35km’lik harika bir rota olacaktı. Toplam irtifa ise 1700 metreyi geçecekti. Uzun bir yürüyüş olacağından gün karanlıkken başlayacaktım ki gün batmadan dönebileyim. Lakin plan suya düştü...


Kuruyatak Yaylası yol ayrımına geldiğimde hava karanlıktı. Kahvaltımı arabanın başında yapıp yola öyle çıkmaya karar verdim ve bagajtan sırt çantamı almak için aşağı indim. Aracın kaputuna yiyecekleri koyacaktım ki aşağı vadiden en az 10 çoban köpeği senfonilerine başladılar! Bana mı bağırıyorlardı yoksa başka bir şeyden mi rahatsız olmuşlardı pek anlamasam da durum hiç hoşuma gitmedi. Köpeklerden korktuğumdan değil, blöf saldırılarına, üstüme gelmelerine alışığım, canımı sıkan onlar öyle bağırırken çoban barınaklarının yanından geçmekti. Ben geçerken havlamalar artacak çobanlar dışarı uğrayıp sorguya başlayacaklar: Neree cideysun, çimsun vs vs. Sabahın bu absürt saatinde adamlara laf anlatmakla uğraşmak istemedim ve arabaya binip Seldarlar mevkiine bastım. “Rotayı, Sarpinovit Vadisi’nden başlayarak tersten yürürüm ben de, akşam oradan geçerken bağırırlarsa bağırsınlar umrumda olmaz, kimseye de bir şey anlatmam.” diye düşünürken bir de baktım ki Sarpinovit Vadisi’nin girişinde büyükbaşlar yayılmışlar yatıyorlar. Bir de araç park etmiş, ileride de çoban barınağı var. Çoban köpeği görünürlerde yok ama mutlaka vardır. Bir bu eksikti...

Planladığım rotadan vazgeçtim. “Şimdi buraya kadar gelmişken yürümek şart, bütün hafta bunu bekledim. Öyle kolayına, kısa yürümek de kesmez, tabanları şişirmem gerek. Acaba aracı burada bırakıp Çermaniman’a yürüsem ve oradan Bibloz Tepe ve Sapronovit Tepe zirvelerini yapsam sonra sırt sırt yürüyüp Boztepe’den insem Sarpinovit’in önüne.” diye düşündüm ama ayakkabılarım yumuşak tabanlıydı. Planladığım rotada zirve düşünmediğim için dağ botlarını almamıştım. Bu ayakkabılar haşat olurdu o kayalarda. Bu fikir de aklımdan esip gitti. Arabayı geri döndürüp yavaş yavaş giderken Kalçarak Vadisi gözüme çarptı. Hemen aracı düzgün bir yere park edip, Vadiye giden araç yoluna doğru yürüyüşe başladım. Planım yok, kervan yolda düzülecek, duruma göre rota belirleyeceğim, zevkli olacak...

Kalçarak Yayla yolu biraz daha aşağıdan başlıyordu ama ben yolun o kısmını bypass edip huş ağaçlarının içinden dik tırmanarak yola ulaşmaya karar verdim ama iyi bir karar olmadığını batağa saplanınca, üstüm başım uyuz bir bitkinin tohumlarıyla kaplanınca, 1.5km’lik yolu 40 dakikada anca alınca fark ettim, lakin artık çok geçti. Geri dönüp araba yoluna girmek de devam etmek kadar zahmetli olacaktı ben de sıktım dişimi devam ettim, sonunda yola ulaştım.

Yol sık kullanılmayan şirin bir yoldu. Hani şu iki lastik izinin ortası çimenlik olanlardan. Zevkli bir yürüyüş olacaktı, fazla eğim de yoktu. Ben de huş koruluğunda kaybettiğim zamanı araç yolundaki hızlı tempoyla telafi ettim. Kalçarak Yayla’ya ulaştığımda gün ışığı tepeleri kızıla boyamaya başlamıştı. Yayla büyük ölçüde metruktu, sadece bir iki hane vardı sağlam duran ama etrafta hiç hayvan yoktu. Demek ki göç zamanı gelmiş ve gitmişler diye düşündüm. Yaylanın yakınındaki bir kayaya oturup kahvaltı yapmaya hazırlanıyordum ki 50-60 metre önümdeki kayada devasa bir kartalın tünediğini fark ettim. “Hoyy anasssiniiiii...” derken hayvan kanatlarını yorgan gibi açıp havalandı, ben de ağzım açık seyre daldım en özendiğim canlının arkasından...

Kartal gözden kayboldu ben de kahvaltıya oturup bir şeyler atıştırdım. Toparlandıktan sonra vadi boyunca yavaş yavaş yükselerek ilerledim. Vadi buzulların izleriyle doluydu: geniş ve yayvan bir taban (buzul teknesi), sirk adı verilen geniş ve yayvan oyuklar, cilalanıp pürüzleri alınmış devasa kayalar... Aslında Çermaniman Vadisi ve devamında Cimil ile bu vadinin kuzeyinde, doğudan batıya sıralanan Sarpinovit, Kalçarak ve Kuruyatak vadileri buzul döneminden izler taşıyan vadiler. Bu coğrafyanın buzul morfolojisi ayrıntılı bir şekilde çalışılmış ve çalışma makale olarak yayınlanmış. Jeolojiyi seven biri olarak bu makaleyi okumuştum. Şimdi canlı canlı görmek büyük keyif veriyordu. On binlerce hatta yüz binlerce yılda şekillenmiş bu coğrafi oluşumda tek nefeslik ömrü olan bir zavallı gibi hissediyordum ama bu oluşumları kavrayabilecek tek canlı türüne mensup olmamın da bir ayrıcalığı vardı. Bu durumun farkındalığının keyfi ile yürüyüşe devam ettim. Bilerek doğu yönündeki tepelerin eteklerindeki çarşaklar üzerinden gidiyordum ki bacaklarım antrenman yapsın. Bir süre sonra çarşaktan inip toprakta yürümeye başladım ama bu sefer düşük bileklikli ayakkabılardan otların batıcı tohumları çorabıma girmeye ve derime batmaya başladı. Ayakkabıları çıkarıp temizlemeye çalıştım ama nafile girdikleri yerlerden çıkmıyorlardı. “Hay lanet!” diye küfrü basıp tekrar giyindim ve vadinin sonuna ulaşıp doğu yönündeki aşıta doğru yükselmeye başladım. Aşıt sert görünümlü bir doruğun hemen altındaydı. Bir an şuna tırmansam mı diye düşünmedim değil. Güney tarafı fazla teknikti, aşıta çıkıp kuzeye geçebilir miyim diye kontrol etmeye karar verdim.

Aşıtın tepesine ulaştığımda Sefkar Göllerinin ikincisi kuzey tarafında göründü. Telefonu çıkarıp kayıt yapmaya başlamıştım ki birden sağ tarafımda, 50-60 metre ileriden Çengel Boynuzlu Dağ Keçilerinin koşturduğunu gördüm. O an deminki dağa tırmanmak aklımdan çıktı. Bu canlılarla en yakın karşılaşmamdı zira toynaklarının kaya ve toprakta çıkardıkları ses çok netti. Ben daha bir soluk alamadan onlar karşı yamaca akmışlardı bile. Tehlikenin geçtiğini düşünüp yavaşlamışlar ve bazı beni gözleyip bazı otlayarak kuzeye doğru ilerlemeye devam etmişlerdi. Makinemi çıkarıp 70-300 lensle biraz video aldım ve gözden kayboldular. Vadiye doğru ilerleyip Birinci Sefkar Gölü’nün yakınındaki bir kayalığa çıkıp fotoğraf çektim. Kuzey doğu yönünde aşağı yukarı 3250 metrelik bir doruk görünüyordu. Göllerden sonra Sarpinovit’ten inmeyip bu doruğa çıkmaya karar verdim. Hem belki oradan keçileri tekrar görürdüm. Ondan sonrasına dorukta karar verecektim, belki Boztepe’ye doğru sırt sırt ilerlerim, belki de Çermaniman Vadisi’ne inerim diye düşündüm.

Üçüncü Sefkar Gölü’nü de görüp fotoğrafladıktan sonra At Meydanlarına doğru biraz indim. Hafif çarşaklı bölgeden stabil irtifa ile yan geçtikten sonra hedefimdeki doruğa doğru tırmanmaya başladım. Karnım “Beni unuttun ula itoğlu!” demeye başlayınca çantamdaki elma aklıma geldi. Onu çıkarıp bir ısırık aldım ama tadı öyle harikaydı ki yediğim en güzel elmalardan biri olabilirdi. Belki de hiç dinlenmeden efor sarfeden beden ilk bulduğu gıdaya hazine muamelesi yapıyordu. Ne olduğunu bilmiyorum ama o elmanın tadı gerçekten harikaydı. Çekirdeklerini bile bırakmadan elmayı gömdükten sonra doruğun yanındaki aşıta geldim. Bu aşıt İspir Aşıtı’ydı. Ortasındaki taş babadan sık kullanıldığı belliydi. Aşağıda hafifçe güneydoğuya meyleden geniş tabanlı bir vadi daha vardı ki bu vadi Salaçur yani Yedigöl köyü’nün batısı boyunca yükseliyor ve çatallanıp Korhuni Göllerinin bulunduğu vadi boyunca kuzeye ve şu an bulunduğum aşıt boyunca batıya devam ediyordu. Aşıtın hemen altında, vadinin başında ismini bilmediğim ufak ve güzel bir göl vardı. Kuzeydeki doruğa tırmanmaya başladım ve zirvedeki taş babaya ulaşıp etrafın fotoğrafını çektim. Geçen hafta yürüdüğüm güzergah, kuzeyde tam karşımdaydı. Doğuda Sapronoyit ve Bibloz tepeler; onların arkasında Leşkaya, ve Verçenik görünüyordu. Cin Gölü de keza görüş alanındaydı. Çermaniman Vadisi’nin başındaki, Salır Dere’sini besleyen irili ufaklı pınarların çoğu görünüyordu. Ve ismini bilmediğim bir çok göl vardı. Kubbeli Gölü ile Çermaniman Yıldızlı Gölü’nü tanıyordum ama diğer küçük göllerin ismini bilmiyordum. Bu arada göllere bakarken iniş rotasını da belirlemiştim. Çermaniman’daki üç göle uğrayıp vadi tabanına ineceğim, oradan da aracıma kadar yaklaşık 7 km yürüyeceğim.

İnişe başladım, sırayla göllere ulaştım ve vadi tabanına geldim. Dereyle birlikte Çermaniman’a gidiyorduk ki ilerde, yayla yerleşkesinin yakınında bir siyahlık ve duman dikkatimi çekti. Sanırım kuru çayırları yakıyorlar diye düşündüm. Derenin kenarında bir iki adam bir de çocuk görünüyordu uzaktan. İnsanla karşılaşmak istemediğimden biraz canım sıkılmadı değil, ama yürüyüş boyunca pompaladığım endorfin ağır basıyordu. Adamlara yaklaştığımda bir elini gözlerine siper etmiş beni izleyen kırmızı şapkalı yaşlı adama selam verdim. Selamımı aldı. Diğeri elinde olta balık tutuyordu. Adam nereden geldiğimi, nereli olduğumu sordu. Oturmamı istedi. “Anlaşıldı, burada biraz kalacağım.” Başladık sohbete. Nereleri gezdiğimi söyledim. Her zamanki şeyler. Onlar da aslında Çayeli’denmiş ama Çermaniman Yayla’sında hayvancılık yapmışlar zamanında. Biz konuşurken balık tutan adam yanımıza gelip selam verdi. Onunla da hoş beş edip Hemşinlilerden, İkizdere’de yerleşmiş hemşinlilerden konuştuk. Bölgeyi tanıyıp tanımadığını sordum. Tanıdığını söyledi. İsmini bilmediğim bazı tepelerin ismini sordum söyledi. Yemeğe kalmamı teklif etti ama müsaade isteyip onlara veda yoluma devam ettim. Daha önce gördüğüm çöpleri toplamak için çöp poşeti getirmiştim yanıma. Yayla yerleşkesine yakın bir yerde bu çöpleri elimden geldiğince topladım. Ama ileride öbek öbek çöpler karşıma çıktı yine. Sinirlenip yoluma devam ettim, Onları götürebilmem mümkün değildi, bütün torbaları kullanmıştım.

Yaylanın yakınındaki araç yoluna girmiştim ki uzun saçlı, elinde telsizle bekleyen bir adamla karşılaştım. Selam verdim, aleyküm selam dedi. Elimdekileri sordu, çöp dedim. Nereden gelip nereye gittiğim kim olduğum falan filan ayaküstü aynı şeyleri geveledim yine. Bana yalnız gezmenin sakıncalarını anlattı, jandarmaya haber vermeden gezmememi vs söyledi. Yukarıdakilerin balık tutup tutmadığını sordu, “Oltaları vardı.” dedim. Sonra ayrılıp yola devam ettim. Adamın bir tür kolluk kuvveti olduğunu düşünmüştüm. Bugün haddinden fazla insanla karşılaştım!

Aşağı doğru biraz ilerlemiştim ki karşıdan gelen bir kamyonet yanımda durdu yine. Nereden hemşerim? “EEEE yettiniz artık!” diye içimden isyan ederken “Dağdan geliyorum.” dedim “Hangi dağdan?” “Dağdan işte, dağın birinden.” “Sen Çamlıhemşinli değil misin?” “Evet!?!” “Seninlan geçen konuşmuştuk internetten.” “Aa evet, hatırladım.” “Dur biraz sohbet edelim.” dedi ve arabayı stop edip muhabbete başladı. Bu adamla instagramdaki olağanüstü drone videolarını gördükten sonra konuşmuştuk. Ayı, tilki, keçi vs pek çok yaban hayvanını drone ile yakından görüntüleyebiliyordu. Biraz dronelardan biraz ekipmanlardan biraz da civar coğrafyadan bahsettikten sonra beni kendilerine katılmaya davet etti. Ertesi gün okul olduğunu hazırlanmam gerektiğini söyleyip müsaade istedim. Bana bir armut verdi, çöpümü de kasasına attı sağolsun. İleride birlikte bir şeyler yapma ihtimalini konuşup ayrıldık. İyi bildiğim yolda yürümeye devam ettim. Bir süre sonra yayla yerleşkesinde konuştuğum telsizli adam aracıyla korna çalarak yanımdan geçti, bu sefer arabası başka insanlarla doluydu ve biri beni baya bir süzdü.

Aşağı Salar Yaylası’ndaki çoban barınağından beni gören kangallar havlamaya başladılar. “Havlayın bakalım!” diyerek barınağa yaklaştım. Havlayarak üstüme gelen köpeğe ellerimi çırpıp “Gel oğlum gel.” dedim, ıslık çaldım, başını ve boynunu okşadım. Hemen yılışmaya başladı. Başka bir köpek daha geldi ve kuyruklarını heyecanla sallayıp benimle oynamaya başladılar. Köpeklerin sahibi çobana selam verdim. Bu yavru köpeklerle daha önce de oynamış onlara bisküvi vermiştim. Bundan dolayı şimdi biri beni tanımış ve yine yiyecek vereceğimi umarak peşimden baya gelmişti. İlk virajları alıyordum ki Kilisenin Düzü denen yerden iki yetişkin köpek daha havlayarak bana doğru gelmeye başladılar. Hiç oralı olmadan yoluma devam ettim. Bu arada beni takip eden yavru köpeğin ilgisi benden havlayan köpeklere kaydı. Böylece peşimi bırakmış oldu.

Seldarlar mevkii’ni geçip düz yolda ilerlemeye devam ettim. Aracım görüş alanıma girdi ama yanında bir araç daha vardı. İki kişi aracıma yaslanmıştı, biri ayaktaydı bir diğeri de sol tarafta yere bağdaş kurmuş oturuyordu. Yaklaştığımda telsizli adamı tanıdım. “Yürümek istiyorsun diye durmadım.” dedi. “Sorun değil, binmezdim zaten iyi yapmışsın.” dedim. O an bu adamların ne olduklarını anladım: Avcıydılar! Önlerinde teleskopik dürbünler, ellerinde telsiz, baştan ayağa profesyonel donanımlı olanlarından, “belgeli” olanlarından. İçimde bir soğukluk oluştu. Adamlarda da itici bir kayıtsızlık ve soğukluk hakimdi zaten. Yine yalnız dolaşma gevelemeleri vs konuştuktan sonra aracıma binip oradan ayrıldım. Bu yürüyüş de mazideki sağlam yerini aldı böylece.

Umarım o güzelim keçiler bu avcıların kararmış gözlerine görünmezler, umarım bunların elleri de yürekleri gibi bomboş kalır. Umarım!


1. Fotoğraf: 1. Sefkar Gölü

2. Fotoğraf: 2. Sefkar Gölü


3. Fotoğraf: 3. Sefkar Gölü

4. Fotoğraf: 3. Sefkar Gölü

5. Fotoğraf: Sarpinovit Vadisi'nin sonlarında Sefkar Göllerinin altında bulunan At Meydanları

6. Fotoğraf: At Meydanları

7. Fotoğraf: İspir Aşıtı'ndan Çapans Dağları (solda) ve Kalçarak Aşıtı

8. Fotoğraf: İspir Aşıtı'ndan Sefkar (Sarpinovit) Gölleri

9. Fotoğraf: İspir Aşıtı'nın kuzeyindeki isimsiz zirveden Leşkaya (sol üst arkada), Pidosor (sağ en arka) ve Sapronoyit Tepe (Leşkaya'nın hemen önünde) 


10. Fotoğraf: İsimsiz zirveden Verçenik ve önünde Kolkanlı Tepe

11. Fotoğraf: İsimsiz Zirveden İspir Aşıtı'nın doğusundaki vadi ve vadinin sonundaki ismini bilmediğim küçük göl. Bu vadi Salaçur'a (Yedigöl Köyü) iniyor. 


12. Fotoğraf: İsimsiz zirveden Kızılbel (3425m)

13. Fotoğraf: İsimsiz Zirveden Leşkaya (sağ üstte) ve onun önünde solda Bibloz Tepe ile sağda Sapronoyit Tepe

14. Fotoğraf: İsimsiz zirveden puslu uzaklarda başları görünen Kemeli Kaçkar (sağda) ve Altıparmak (solda)

15. Fotoğraf: İsimsiz zirveden kuzey yönünde görünen Cin Gölü.

16. Fotoğraf: İsimsiz zirveden batı yönünde aşağıda kalan Çermaniman göllerinden biri.

17. Fotoğraf: Çermaniman Yıldızlı Göllerinden biri.

18. Fotoğraf: Çermaniman Yıldızlı Göllerinden biri.

19. Fotoğraf: Çermaniman Yıldızlı Gölleri bir arada.

19. Fotoğraf: Çermaniman Yıldızlı Gölü ve arkada Bibloz Tepe ile Sapronoyit Tepe.

19. Fotoğraf: Çermaniman Vadisi'ndeki isimsiz küçük göllerden biri ve arkada Bibloz ile Sapronoyit.

20. Fotoğraf: İsimsiz zirveden Çermaniman Yaylası'nın metruk konakları.


18.10.2020 - İkizdere




Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Rakka Rakka Koçdüzü

Akıl, Bir Damla Su!..

İlticâ