İsmiyle Müsemma Bir Yol: Ayı Çıkmazı... Ve Diğerleri...

"... daima kendimizle buluşarak kendi içimizden yürüyüp geçiyoruz."

James Joyce



Evet, nerede kalmıştık? En son Sivrikaya’da dik kürtüklerden kayıyor, huş tavuklarını gözlemliyorduk. Tamam…  Sonraki gün dinlence ile geçmişti. Haftaiçinin son günü ise 14.30’a kadar boşluğum olduğundan ufak bir kaçamak daha yapacaktım elbet. Hani Kabahor üzerinden gerçekleştirdiğim uzun soluklu aksiyon sırasında, rotamın Ayı Çıkmazı’ndan ayrıldığı noktada, yolun patika şeklinde silikleşerek devam ettiğini görmüştüm de aklım orada kalmıştı ya! Hah! İşte bugün için oranın nasıl devam ettiğini görmek üzere nefeslik bir yürüyüş planladım. Aslında yolun ne kadar devam ettiğinden, hatta devam edip etmediğinden tam olarak emin değildim! Uydudan baktığımda, ormanın içinde iz görünmüyordu. Yol çok ilerlemeden aniden bitiyor da olabilirdi. Artık uzun veya kısa, ne çıkacaksa bahtıma diyerek sabah 06.30’da yola çıktım.

Öğleden sonra 14.30’da dersim olduğundan, bu nispeten eğimsiz seyreden yolu ders vakti gelmeden bitirebileceğimi düşünmüştüm. Yolun çok ilerlediğini sanmıyordum. En fazla 15 km civarı olurdu ki o da gidiş dönüş 6 saatte geniş geniş alabileceğim bir mesafeydi. 40 km de olsa yetiştirebileceğimi düşündüm. İrtifa az olduğundan seri bir tempoyla hallederdim… Ama bu en uç ihtimal olduğundan daha rahat bir yürüyüş olacağı hemen hemen kesindi.

Güzergâhın başladığı köprünün girişinde, her zamanki yerde, aracımı bırakıp saat 07.00 civarı yola revan oldum. Hava rüzgârlıydı. Öğleden sonrası için de çok bulutlu gösteriyordu. Hafta sonunun yağmurlu geçeceği gökteki tülsü bulutlardan ve ağaçların soluk yeşil yaprak altlarını görmemizi sağlayacak kadar hızlı esen rüzgârdan belliydi. Hatta bugün bile yağmur yağması sürpriz olmazdı. Olası bir yağış konusunda tedarikliydim. Ama çok fazla güneşe çıkmayıp, ağaçlarla kapalı, gölgelik yolda yürüyeceğimden şort giymiştim. Malum yüksek irtifada güneş yakıcı oluyor ve güneş ışığına alışık olmayan baldırlar yanınca tatsızlık birkaç gün sürüyordu. Neyse, günün erken vaktinde kuş dostlarım sevişme ezgilerini tınlatıyordu dört bir yana. Normal tempomda yolun ilk kısımlarındaki hafif eğimi tırmanmaya başladım.

Girişi zincirle kapalı Ayı Çıkmazı’na geldiğimde yola girmeden fotoğraf makinemi çıkarıp boynuma astım. Geçenki gibi muhtemel bir bozayı karşılaşması durumunda mutlaka kayıt almalıydım. Batonlara çok da ihtiyaç duymadığımdan onları kaldırıp çantaya bağladım. Sağ elimde fotoğraf makinesi, fazla ses çıkarmadan, her detaya dikkat kesilerek, yabana kucak açan yolda yürümeye başladım. Yolun iki yanında yayılan ormanlık arazinin derinliklerini de incelemeyi ihmal etmiyordum. Kulaklarım en ufak bir çıtırtıya bile sarılıyor, gözlerim her hareketin peşine takılıp muhtemel bir canlıyı fark etmeye çalışıyordu. Bu kadar tetikte olduğum başka bir yürüyüş anımsamıyorum. Ayı olabileceğini düşündüğüm her kütük parçası, gölgede kalmış bir kaya tüylerimin dikilmesine sebep oluyordu. Yol boyunca adrenalin seviyem normalin üstünde seyrediyordu. Korku değildi hissettiğim, zaten korksam ayı peşine düşmezdim ama vücudum yüz binlerce yıllık seçilim tecrübesi sonucunda edindiği güdüleri muhtemel bir karşılaşma için tetik tutuyordu. Artık yaban doğadan uzaklaşmış, tamamen yapay, farklı türde canlılardan kaynaklanabilecek tehlikelerin hemen hiç olmadığı bir çevrede bulunuyor olmasına rağmen, milyon yıllık güdüler sapasağlam yerlerinde duruyorlardı. Atalardan tevarüs edilen kıllar küçüldükçe küçülmüş olmalarına rağmen en ufak bir tedirginlikte hemen dikiliyorlardı. Vücudun kendini büyük gösterme refleksiydi bu! Daha önce yaban doğada deneyimi olmayan bir aceminin bile ne yapacağını bilemediği tehlikeli bir durumda, vücudu bilinçten bağımsız olarak geçmişte hayatını kurtarmış olan hamleleri -artık bir işlevi kalmamış olsa da- yerine getirecektir. Benim vücudum da kontrolüm dışında tüylerini dikleştirip büyük görünmeye çalışıyordu -zavallım benim- duyduğum her seste ve gözüme değen en ufak bir kıpırtıda. Bir noktada bu alışılmamış dikkatin neticesidir ki yolda bir kıpırtı fark ettim. Önce bir kuş sandım. Ama beni fark etmiş olacak ki yolun açıklığına daha fazla çıkmayıp güvenli çalılıklara geri döndü. Kıpırtıyı görür görmez makinemi elime almıştım bile. Adım atmayı bırakmış pür dikkat yolun uzak dönemecini izliyordum. Derken çok geçmedi, aynı yerde bir hareket daha fark ettim. Bir sincap! Ufacık, tatlı mı tatlı bir sincap! O da kadim güdülerinin etkisi altındaydı. Kuyruğunu dikmiş bir vaziyette teyakkuzla yolun karşısına geçmeye çalışıyordu. Ben daha makineyi kaldırıp ona doğrultamadan süratle karşıya geçti ve ormanın esrarında yitip gitti! Hayvanın ormana girdiği yere gelip ağaçları, orman zeminini, çalı kuytularını dikkatlice gözden geçirdim ama yok, sırra kadem basmıştı.

Aynı dikkatin yakasına yapışmış vaziyette yürümeye devam ettim. Ses çıkarmadan ama hızımı da olabildiğince koruyarak ilerlemeyi sürdürdüm. Ormanın açılıp manzaranın kendini göstermeye başladığı bir noktaya gelmiştim ki sağdaki iri sayılabilecek bir gürgenin dibinden küçük bir şey ağaca hızlı bir şekilde tırmandı. Ne olduğunu fark edemedim ama hareket barizdi. Muhtemelen sincaptı ama ağacı kökten tepeye taradığım halde hiçbir şey göremedim yine.

Yolun içe doğru kavislenip kuytulara girdiği bölgelerde hoş bir serinlik dört bir yana akıyor, kuytulardan uzaklaşıp vadinin açıklıklarına doğru ilerlediği kısımlarda ise rüzgârın güneşten çekip kopardığı tatlı bir sıcaklık bedenimi okşayıp geçiyordu… Ağaçların manzara seyrine izin verdiği bölgelerde, gözlerimi karlı dağlara uzata uzata yürüyüşe devam ettim.

Ayının esâmesi yoktu! Ses çıkarmamaya dikkat ederek yürümeye devam ediyordum ama elimdeki makineyi boynuma asmıştım artık. Yaklaşık 9 km pür dikkat yürümek yorucuydu! Biraz rahat takılmak iyi gelecekti. Yolun dereyle kesilen kısmına yaklaştığımı brandayla sarılı çoban barınağını görünce anladım. Ayı Çıkmazı’nın daha önce görmediğim kısımlarına az kalmıştı. Geçen yürüyüşte bu noktada tedbir amaçlı bağırmamla birlikte iki kaya kartalı çığlık çığlığa vadinin boşluğunda uçmaya başlamışlardı. Bugün de aynı manzaranın beklentisi içinde vadiyi kolaçan ettim ama, ı ıh! Yaprak kımıldamıyordu! Dereye doğru inişimi hızlandırdım ve yolun devamını keşfe çıkacağım yere kavuştum.

Dereden sonra devam edip 7-8 metre ilerledim ki yolun üzerinde kök salmış yeni yetme ağaçlar çıktı karşıma. Evet, belirgin bir güzergâh vardı, makine kepçesi girmişti buraya ama yolu düzeltmemiş sadece kabaca açıp bırakmıştı. En fazla 5 yıllık olan genç ağaçlardan yol açma işinin ne zaman yapıldığını aşağı yukarı tahmin ettim. Zeminin düzgün olmadığı; diken, çalılık ve en kötüsü ısırganla dolu kısımda yürümeye başladım. Zeminde diken ve ısırganlardan, yukarda ise sık dallardan kaçarak dengesiz bir yürüyüşle ilerlemeye başladım. Bu yol fazla gideceğe benzemiyordu! Yine de sonuna kadar gitmeye kararlıydım, sonuçta burayı keşif için gelmiştim. Bu bozuk ve rahatsız bölgede 300 metre civarı yürümüştüm ki birden güzergâh bitti. Ağaçlık, çalılık, dikenlik ve taşlık da olsa belirgin bir güzergâh vardı. Yavaş da olsa yürünebiliyordu. Ama geldiğim noktada gür ormandan başkası hayaldi! Yola adını nokta atışı isabetle verdiğimi anladım. Burası gerçekten de ayılıydı ve kesinlikle bir çıkmazdı! İsmiyle müsemma bir rota: Ayı Çıkmazı!

Önüme ormanın dikildiği noktada telefondan istatistikleri kontrol ettiğimde katettiğim mesafenin tam 10 km olduğunu gördüm. “Şimdi ne yapacağım, aynen geri mi döneceğim?”

- Ne dersin Dersu? Oradasın, biliyorum!

- Ben bu yürüyüşe çıktığından beri yolu aynen geri dönmeyeceğine adım gibi emindim. Bir de tutup sadece bu gölgelik yolda yürüyeceğim diye şort giydin altına! Ne yemek aldın ne çay ne atıştırmalık. Ve yine de soruyorsun “Aynen geri mi döneyim?” diye. İkimizde biliyoruz ki aynı yoldan dönmeyeceksin.

- Yaa, daha vakit var! Hem neden aynı yolu tekrar yürüyelim, dere boyu çıksak yine, araç yoluna çıkarak veya direk vadi boyunca yükselip Çinnapo üzerinden patikaya bağlanarak Kuplika’ya geçsek… Fena mı olur? O muhteşem patikayı bir daha tabanlamayı çok istiyorum açıkçası. Hem bu bölgede yürünebilir mesafe ve irtifada güzergâhlar oluşturmayı da istiyordum. Son yaptığımız insan işi değildi biliyorsun!

- Boşuna konuşuyoruz dostum. Zaten biliyorduk bu rotanın doğaçlamaya geçeceğini… Şimdi canın ne istiyorsa onu yapacaksın. Ama yiyecek de yok, seni sert komar dallarından ve ısırganlardan koruyacak pantolonun da. Benden söylemesi…

- Fazla ihtiyatlısın sanki dostum. Atın ölümü arpadan olsun… Hadi vuralım dereye, vadi boyunca çıkalım bakalım bacaklarım bizi nereye götürecek?

- Bana hava hoş! Her yer benim zaten… Sen devam et, izliyorum.

Bozuk kısmı aynen geri dönüp derenin yanından vadi boyunca yükselmeye devam ettim. Geçen sefer görmediğim keçi izlerini fark ettim. izlerden hayli kalabalık oldukları anlaşılıyordu. Hatta keçi izleriyle karışmış lastik ayakkabı izi de gördüm. “Geçen sefer yoktu bunlar, yeni geçmişler.” diye düşünüp artan eğimi tırmanmaya devam ettim. Bir noktada keçilerin soldan yükselerek ormana girdiklerini bıraktıkları izlerden fark ettim. Çok sayıda keçi aynı yere basınca körpe ama belirgin bir patika oluşturmuşlardı. Ben de ormana dalıp ağaçların arasından ilerlemeye başladım. Bazen derenin kenarına iniyor sonra tekrar ormana giriyordum. Bir noktada ormandan yukarı baktığımda araç yolunu fark ettim. Yaklaşık 100 metre yukarıdaydı. Burada durup hangi güzergâhı yürümek istediğimi düşündüm. Vadiden sonra aynen devam edip Çinnapo’ya çıkar ve sırt üzerinden Çohçora’ya geçip patika ile Kuplika Yayla'ya varabilirdim. Ama patikayı tersten takip etmek yani inmek yerine tırmanmak daha çekici geliyordu o an. "Ben de araç yolundan Kuplika’ya geçip patika ile sırta ulaşır oradan da Suda Yayla’ya iner ve devam ederim." diye düşünüp yeni planımı oluşturdum. Şimdi çıkmam gereken yol 100 metre yukarıdaydı. Ormanın içinden sert bir şekilde yükselmeye başladım. Hem vadinin sonuna kadar gidip, o berbat hafriyat içinde debelenerek yola tırmanmaktansa burada dik yükselip yola ulaşmak daha mantıklıydı. Araç yoluna ulaştım ve Kuplika’ya doğru hızımı artırarak devam ettim.

Yayla’ya geldiğimde önce bir iki fotoğraf çektim. Şenlik yoktu! Çeşmeden su içip patikaya girdim ve ıssız yaylanın içinden yükselmeye başladım. Yaylanın üstündeki şahane yeşillikten sonra orman başlıyordu. Patikayla birlikte heybetli köknarların arasından ormanın koynuna sokuldum usul usul. Ne muhteşem bir ortamdı! Ağzım kulaklarıma vardı yine. Kendi kendime gülmeye başladım. Bir gören olsa deli olduğumu düşünecekti ama in cin top oynuyordu. Rüzgârın çam dallarında çoğalan uğultusu ve adımlarımın tatlı hışırtısı dışında ses seda yoktu! Yabanıl hissiyatın sarhoşluğuyla rüyadaymış gibi yürümeye devam ettim patikada. Ama neden sonra fark ettim ki bir gariplik vardı! Bu patika bu kadar düz değildi. Yani geçen sefer baya dik inmiştim yeşil alana yaklaştığımda. Oysa şimdi dümdüz gidiyor, hatta hafifçe iniyordum! Yanlış güzergaha sapmış olmalıyım diye düşünüp yürümeyi kestim. Haritaya baktım ve evet! Aşağıda kalmışım! Patika bir noktada ikiye ayrılmış olmalı zira izohipslere göre yaklaşık 100 metre yukarıda eğimin azaldığı bir sırt devam ediyordu. Sola keskin bir dönüş yapıp patikadan ayrıldım. Dik bir şekilde yükseliyordum ama bu problem değildi! Asıl can sıkıntısı sık bitki örtüsüydü. Orman gülleri arap saçına rahmet okutuyordu. Belli ki patikanın çevresi yaylacılar tarafından temizleniyor. Ama patika dışında kalan yerler sık bir şekilde genç ağaçlarla ve sert çalılıklarla kaplı. Hem eğim hem de her yandan uzanıp engel olan dallar yüzünden sıkıntılı bir aksiyona girmiştim. Bir yere geliyordum, devrilmiş toraman bir ağaç yolumu kesiyordu.! Onu aşıyordum bu sefer arsız genç bir gürgen  kucaklaşmak istiyordu, onu başımdan savıyordum ki komarlar ayağıma sarılıyordu! Üstüne boynumda sallanan ağır makine de eklenince!.. “Uff! Ter bastı be!” diye yakınmaya başladım. Durup “Acaba patikayı devam etseydim nereye gidecekti?” diye düşündüm. Muhtemelen yukarıdakiyle bir noktada kesişecekti. Ama ya inmeye başlıyorsa? “Yok en iyisi yukarı patikaya doğru devam etmek, vaktim sınırlı.”

- Nasıl şortla rahat mısın?

- Dalga geçme Dersu! Ben halimden memnunum. Bak ne güzel yabanın tam ortasındayız işte! Ne isterim başka? Ağaç dallarının arasında biraz dansözlük yapıyorum o kadar. Birazdan o müthiş kayranlara girince görürüm seni!

- Ben de seni akşam uyumaya çalışırken deli gibi kaşınan bacakların rahat yüzü göstermeyince göreceğim! Hadi devam et, az kaldı geldin sayılır. Karnın da acıktı değil mi? Nasıl olsa çok tırmanmayacaktın, nefeslik çerez bir yürüyüş olacaktı he mi? İyi tahmin etmişsin, bak nefes nefesesin.

- Ben halimden memnunum dedim hayde işunge, işunge!

- Kızma tamam, izliyorum seni.

Karma karışık ormanda zorlu bir aksiyondan sonra o rüya patikasına ulaştım. Hemen sağda patika kayrana açılıyordu. Ne muhteşem bir güzellikti bu! Nispeten hızlı esen rüzgarla dalgalanan çam ağaçları, dalların ucunda yeni baş vermiş açık yeşil taze sürgün tomurcuklar, bulutlardan süzülüp gelerek yemyeşil çayırlıkta parıldayan gün ışığı! “Ohhh… Dünya ne güzel be!”

Bu cennetpare bölgenin huzurunu sindire sindire tırmanmaya devam ettim patikayı. Orman sınırının üstüne çıktığımda sağ tarafta, altta Arçukan Mezrası; onun da arkasında Petran görüş alanıma girdi. Karşımda, güneybatıda sıralanan karlı dağlar görünüyor ve sertleşen rüzgâr bedenimi aksi yöne ittiriyordu. Karşımdaki engin sırtın yanından çatallanarak ilerleyen patika boyunca devam ettim. Patikanın hafifçe kuzeydoğuya yönelmeye başlamasıyla öküz yatakları (Çinnapo) görüş alanıma girdi ve bu noktada alanın açılmasıyla birlikte rüzgâr daha da şiddetlendi.

Patika dönüşü tamamlayıp batıya doğru ilerlemeye başladığında yoldan ayrılıp, parlak yeşil alpin çayırlarında adımlamaya devam ettim. Boğazı geçince altta Suda Yaylası görüş alanıma girdi. Karşı yamaçlarda Puşula Mezrası, onun kuzeyinde, yüksekte Vaşa Yaylası ve 2 gün önce bulutların içinde yürüdüğüm sırtlar görünüyordu. Çok oyalanmadan inmeye başladım.

Aşağıda, kuzeye doğru Suda Yaylası’na geçen bir patika görünüyordu. Muhtemelen biraz aşağıda ona bağlanacaktım ama aniden karşıma bir kürtük çıktı. Tehlikeli bir bölge olmadığından umursamaz bir şekilde kürtüğe girdim ve batonların yardımıyla ayakabbılarla kayak yapar gibi kaydım. Kürtükten kurtulup biraz da çiçek açmış ağır esanslı sert komarların içinde indikten sonra patikaya bağlanıp devam ettim. Patika üzerindeki su kaynağından susuzluğumu dindirip telefona bakayım derken telefonun kapandığını gördüm. Orada biraz oturdum, rota kaydını tamamlamak için harici bataryayla telefonu biraz şarj ettikten sonra yola devam ettim. Suda Yaylası’nda biraz daha oyalanıp araç yolunu takip ederek inişe başladım.

8-9 km’lik huzurlu bir inişten sonra aracıma ulaştım. Dar zamanda da, rahat bir şekilde sağlam sayılabilecek bir yürüyüş yapılabiliyormuş demek ki. Aklımda yetişmem gereken bir ders varken yürümek istememiş, böyle dar olduğunu düşündüğüm zamanlarda uzun soluklu yürüyüşlere girişmemiştim. Bugünse vaktin dar olduğunu düşünmeme rağmen, kısa ve kolay olarak tasarladığım planı genişletip güzel bir aksiyonu gerçekleştirmiş zamandan da 1,5 saat artırmış oldum! Yürüyüşün soktuğu modda değilken kaygıyla uzun yürüyüşlere karar vermek pek mümkün olmuyor ama yol üzerinde boşalmışlık hissiyle doluyken kaygısızca yolu uzatabiliyorum. En azından şimdi bunu öğrenmiş oldum! Artık dar zamanları da tam potansiyeliyle kullanmanın vakti geldi demektir…

Bir sonraki rota mı, kim bilir?  


21.05.2021 - İkizdere


Başlıyoruz...


Ayı Çıkmazı'na giriş...

Ayı Çıkmazı'ndan Tulumpınar manzarası...

Ay Çıkmazı'ndan...


Ayı Çıkmazı'ndan görünen mezralar...









Ayı Çıkmazı'nın nihayetine az kala...

Çıkmaza doğru...


Ayı Çıkmazı ismiyle müsemma, hem ayılı hem de çıkmaz... Geri dönüyorum...

Dere boyu tırmanmaya devam


Dereden ayrılıp ormandan devam...


Dere yatağından çıkıp Kuplika yoluna giriyorum...

Kuplika yolu manzarası

Kuplika'da bir yayla evi...



Rüya patikası...




Patikanın orman sınırından yükseldiği bölgede manzara...

Boğazın aşağısında Suda Yayla...

Suda Yaylası'nda bir taraça...

Araç yolundan inişe devam...







Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bu Tatos Dağları'nı Tavaf Ettiğim ve Ayı Saldırısından Nasıl Kurtulduğumdur...

Sû-i Tedbîrimle Yâ Hû

Akıl, Bir Damla Su!..