Akıl, Bir Damla Su!..

Hey budala çocukluk düşlerim,

V'ey yurtsadığım sihirli ülke!

Yaşattığın her şeye sonsuz minnetle...

Dağları Seven Adam



Uçurumların türküsünde şimdi sıra,

Dorukların karında, çimenlerin sütünde...

Şükrü Erbaş



Yaşamak bir at gibi huysuzlanıyor kapımızda...

Barış Bıçakçı



Birlikte Kaçkar Büyük Buzul'da unutulmaz bir aksiyon gerçekleştirdiğim arkadaşlarımla bu etkinlikten üç hafta sonra bir Verçenik tırmanışı planlamıştık. Üstad Zeki Abi'nin bir işinden dolayı etkinlik ertelenmişti. Bu rötar haberinin üzerinden çok vakit geçmemişti ki bir hafta sonrası için aynı dağa yeni bir tırmanış planlandığını ve çok yakından tanıdığım değerli büyüğüm Fazlı Abi'nin de dahil olduğunu haber aldım. İstanbul'da işi olan Abdurrahman ekipten çıkmış yerine Fazlı ve Metin Abilerim dahil olmuştu.

Muhteşem buzul aksiyonundan sonra çalıştığım okuldaki iki öğretmen abimi Avusor'a çıkarmıştım. Ardından kendi yaylama ailemi götürmüş orada biraz vakit geçirdikten sonra köye inip evde yalnızlığın ve kitapların keyfini çıkarmıştım birkaç gün. Bu arada bisikletle Kaleköy'e bir sürüş yapmış ardından tekrar yaylaya çıkıp Yalova'ya bir düğüne gidecek olan ailemi yayladan indirmiştim. Yaylada üç gün kalıp civarda kısa yürüyüşler ve bisiklet gezintileri yapmıştım. Perşembe günü köye indiğimde bütün bu aktivitenin yorgunluğunu birkaç saatte üzerimden atmam gerekiyordu zira cuma günü Verçenik'e hareket vardı.

Vakit çattığında tam olarak dinlenemeden Trabzon'dan gelen arkadaşlarımla köy yolunun girişinde buluştuk. Israrlarıma rağmen benim arabama naklolmayı reddettiler ve ben onlara katıldım. Araç Metin Abi'nin aracıydı. Alçak ve dağ yollarına uygun olmayan bir araçtı ama yine de ısrar kar etmedi. Çamlıhemşin'de nevale tedarikinden sonra vurduk Zilkale yolu'na.

Zilkale'yi geçtikten sonra benim midem bulanmaya ve başım dönmeye başladı zira şoförü olmadığım araçta bu benim için mukadder bir durumdur. Metin Abi de aşırı hızlı bir sürücü olduğundan kısa sürede midem gırtlağımı zorlamaya başladı. Metin Abi'ye kusmak üzere olduğumu söyleyince öne geçmemi önerdiler ve büyük bir mahcubiyetle ön koltuğa oturdum ama yine midem maraza çıkarmaya devam etti. Metin Abi şoför koltuğunu önerince çaresiz bunu da kabul ettim zira araç kullanınca midemde sorun çıkmıyordu. Sahibi olmadığım aracı dikkatli ve Metin Abi'ye kıyasla yavaş kullanıyordum ama araçtakiler hızlanmam gerektiğini söyleyince bende gazı saldım...

Çat mevkiinde, Verçenik- Elevit yol ayrımındaki küçük bir mescitte namaz molası verdiler ve kısa sürede tekrar yola koyulduk. Zeki Abi 18.30'da Verçenik Yaylası'nda olmamız gerektiğini söyledi. Hava sisliydi ve yoğun bir çise söz konusuydu. Yaylaya yaklaştığımızda havanın açacağı, bulutların üzerine çıkacağımız konusunda şüphem yoktu, ekibe endişelenmemelerini söyledim zira bu havaların mizacını yıllar içinde iyi tecrübe etmiştim ki beklediğim gibi de oldu: Yayla'ya ulaştığımızda bulut denizinin kıyısına da varmış olduk. Henüz batan güneşin halim ışıklarıyla okşadığı Kara Piramit, Üçdoruk Verçenik bütün cesametiyle karşımızdaydı...

Aracı mutad olduğu üzere yaylanın yakınındaki bir düzlüğe bıraktık. Kapılı Göller'e ulaşan patika da hemen buradan başlıyordu. Gerekli hazırlıkları yapıp yola koyulduk. Ellili yaşlarını kat eden abilerimin kalenderce şakalaşmaları eşliğinde patikayı tüketmeye başladık. Batışa teşne gün ışığı ve yumuşak dağ melteminin başrollerde olduğu muhteşem bir hava vardı. Bir anne eliydi rüzgar biz de süt bebekler... Öyle bir rahatlık özge bir huzur! Anne rahmi kayıtsızlığını vaad eden o sihirli ülkeye doğru yükseliyorduk.

Zeki Abi'nin ayarladığı tempo ve belirlediği güzergahı takip ederek gölgelerin karardığı alacakaranlık deminde çadır kuracağımız bölgeye ulaştık. Kafa lambalarımızı takıp çadır için müsait bir zemin aramaya koyulduk. Bölgede başka çadırlar da vardı. Göllere ulaştığımız ilk noktada ufak kırmızı bir çadırda kalan iki kadın doğaseverle selamlaşmıştık. Biz hazırlığımızı yaparken yanımıza gelip sohbete başladılar. Bizi meşgul etmek istemediklerini ikinci gölün kıyısındaki diğer çadıra gideceklerini söyleyip yanımızdan ayrıldılar. Biz de çadırı kurup yemek yapmaya koyulduk. Zeki Abi tereyağlı makarna yaptı ben de hazır kurufasülyeleri pay ettim. Güzelce karnımızı doyurup çay kısmına geçtik.

Diş tedavisi dolayısıyla her an istediğim her şeyi yiyemediğim için ben bu kayıntıdan biraz uzak kaldım. Kafam zonkluyordu, keyfim de pek oralı değildi. Yarın için zirve yapamayacağımı düşünüp kaygılanıyordum. Çadırda kaliteli bir uyku çekmek benim için müşkül bir ameliyedir. Bu baş ağrısı üzerine mukadder uykusuzluk da eklenince gerçekten keyifsiz bir duruma düşecektim. En azından o an böyle hissediyordum. Çay çorba nihayete erdikte yavaş yavaş yatışa geçti herkes. Çadırdaki sıkışıklığın uykusuzluğuma eklenmemesi için ben odalara geçmek istemediğimi, orta kısımda uyuyacağımı söyledim. Zeki Abi tek yatarken Fazlı Abi ile Metin Abi aynı odada uyumaya karar verdiler. Tahmin ettiğim gibi uykusuz ve baş ağrılı bir gece geçirdim. Saat 04.00'da kalktık. Midem de hafiften bulanıyordu. Hakikaten hiç keyfim yoktu. Ama yine de hazırlığa koyuldum zira bu uğursuz ruh ve beden durumunun zirve yolunda geçtiğini de çok tecrübe etmiştim. Zeki Abi'nin teklif ettiği güçlü bir ağrı kesiciyi yuttuktan sonra kahvaltı için önceden hazırladığım muzlu, ballı ve fıstık ezmeli kreplerimi çıkardım. Ekip üyeleri güçlü tatlara alışkın olduğundan benim hazırladığım nevaleye pek yanaşmadılar. Ben bol bol tükettim bunlardan. Ama tatlı olmalarından dolayı midemi daha kötü hale sokmalarından da endişe etmiyor değildim. Bu gıdanın üzerine bir de yarı rafadan bir yumurta yeyince artık yemek ameliyesini bitirmiş oldum. Ekipmanı ve çantayı hazırlayıp doğum sancısı çeken kızıl mor günle birlikte vurduk çarşaklı dağ yoluna.

Zeki Abi'nin izinden oynak ve keskin kayalarda stabil bir şekilde ilerliyordum lakin kalbim başımda atıyor, midem boğazımda kasılıyordu. "Sanırım çıkamayacağım!" diye düşünüyordum. Sessizleşmiştim. Bu durum ekibin diğer üyelerinin de dikkatini çekmiş olacak ki durumumu soruyorlardı. Zeki abi:

- Ballim ben seni çözdüm. Yukarıda bir çiçek toplarsın hiçbir şeyin kalmaz, inan bana.

- İnşallah öyle olur abi.

Kısa bir video çekmek için hem dağı hem de gölleri gören hakim bir kayalık bölgeye doğru çıkıp oturduk. Derin nefesler alarak durumumu iyileştirmeye çalışıyordum. Video işi bitince tekrar rotaya koyulduk. Bu arada biraz rahatlamak için kaskı çıkardım ve bir anda kendimi iyi hissetmeye başladım. Zeki Abi başımdaki kaskın baş ağrısı yapabileceğini söyledi. Çok sık rastlanan bir durummuş. Ama benim sadece başım değil midem de ilginç bir şekilde düzelme emareleri göstermeye başlamıştı. Keyfim yavaş yavaş yerine geliyordu. Rotanın çarşak bölgeden kuzeye doğru keskin bir dönüş yaptığı noktada baş ağrısı yok denecek kadar hafiflemiş midem ise uslanmıştı! Bu durum ben de şaşkınlık yarattı. Biraz önce zirve yapamayacağıma eminken şimdi kendimi çok iyi hissediyor ve dağın meydan okuyan dik kaya duvarlarını büyük bir hevesle izliyordum. Her ne kadar şaşırmış olsam da bu hisse aşinayım aslında, aynı durum Ağrı tırmanışında da başıma gelmişti. Yoğun bulantı kısa bir çiçek toplama seansı sonrası aniden kesilip yerini müthiş bir öforiye bırakmıştı. Yine aynı coşku sarmıştı her bir hücremi.

Ruh halimdeki bu ani değişikliğin akabinde zirveye giden güzergahın ilk zor kısmı olan çanağın başlangıcındaki bir kayanın gölgeliğinde oturup biraz dinlenmeye karar verdik. Civar coğrafya gözlere şenlik bir seyir sunuyordu. Henüz dağın karanlık gölgesinde kalmış olan kayalık bölge, fonda yeni doğan güneşin ışıklarıyla parlayan doruklarla fotoğraflık bir kontrast oluşturuyordu. Üşenip de fotoğraf makinemi almadığıma yine pişman oldum. Ama telefonlarla bu manzarayı kendimizi de dahil ederek yine de kaydettik.

Bu dinlenceden sonra çanağa doğru yükselmeye devam ettik. Zeki Abi zirveye çıkan farklı güzergahlar hakkında bilgi veriyor, inişte bunlardan birini tercih edebileceğini söylüyordu. Ayrıca dağa çıkışta ip kullanmayı da düşünmediğini söyledi. İlk kez bir ekibi bu dağa emniyet almadan çıkarmaya niyeti vardı. Ben yılların kurt dağcısının tecrübesine güveniyordum. Ekibin durumunu iyi tartmış olmasa böyle bir sorumluluğu asla almazdı. "Sen en iyisini bilirsin abi!" diyerek kararına uyacağımızı bildirdik hep birlikte ve dikleşen rotada güvenle tırmanmaya devam ettik. Kışın geç gelmesi ve geç gitmesi dolayısıyla kar da dağlardan geç kalkıyordu. Çanakta bir miktar kar vardı. Ama sorun olacağa benzemiyordu. Zeki abi onu bypass edeceğimizi söyledi öyle de yaptık. Ama zirvenin hemen altındaki yüz metrelik dik bacada kar olması durumunda geri dönmek zorunda kalabileceğimizi de ekledi. Öyle olmamasını umarak yavaş ve emin bir tempoyla tırmanmaya devam ettik. Rota sürekli üç uzvun duvarla temasını zorunlu kılıyordu. Zeki Abi riskin yüksek olduğu noktalarda her ihtimale karşı elini ve ayaklarını koyduğu yeri arkasından gelene gösteriyor o kişi de arkasındakine anlatıyordu. Metin Abi ilk kez bir zirve yaptığından -ki bu ilk deneyim Türkiye'nim en teknik dağında gerçekleşiyordu- bütün vücuduyla tırmanıyordu. Tabiri caizse "dağa sarılıyordu." Ama bir şekilde yükselmeyi beceriyordu. Bu şekilde titizlikle tırmanarak rotanın şimdiye kadar ki en tehlikeli kısmına geldik. Birbirine uzaklığı alt kısımda yaklaşık bir metre olan iki kaya duvarı vardı. Bu noktada bir ayağı karşıya atıp travers yapmamız gerekiyordu. Zeki abi normalde burada hat açıldığını ama kendisinin açmayacağını söyledi. "Güvensiz hisseden varsa söylesin, açayım sorun yok!" diye ekledi. Ben emniyet olmadan geçebileceğimi söyledim, diğerleri de hem fikir olunca Zeki Abi önden Fazlı Abi arkadan sırayla emin noktaları kıt kayanın üzerine çıktılar. Ardından ben sağ bacağımı karşı duvara koyup Fazlı Abi'nin yanına geçtim. Fazlı Abi elimi tutmak istedi ama gayet rahat olduğumu söyleyerek ellerimle nispeten güven veren dar çıkıntılara tutundum ve yan geçişi güvenle tamamladım. Sırada Metin Abi vardı. Ama onu geçirmek için Zeki Abi devreye girdi. Ben zirveden önceki son dik tırmanış olan bacanın altına ulaşıp diğerlerini bekledim. Gelen konuşmalardan Metin Abi'nin de güvenle geçişi tamamladığını anladım. Ardından hepsi bacanın altına geldi ve en riskli çıkışlardan biri başladı.

Zeki abi yine ip açabileceğini ifade etse de biz gerekli olmadığı konusunda yine hemfikirdik. Böylece emniyetsiz bir şekilde dik bacada, taş düşmesini bertaraf etmek maksadıyla birbirimize yakın durarak tırmanmaya başladık. Zirveye 20-30 metre kala kuzey tarafı çok dik ve boşluk hissinin yoğun olduğu bir noktada kısa bir mola verdik. Zeki Abi, o canayakın ve hafif Trabzon şivesiyle konuştu:

- Size sadece helal olsun diyebiliyorum. Allah size akıl fikir versin.

- Tövbe de abi!

- Sizi şiddetle kutluyorum! Tebrik ediyorum, iyi bayramlar diliyorum! Bayram arkada tabi bu arada. Bayrama da iyilikler diliyorum. Rabbim kaskını korusun, Gopro'suna zeval vermesin.

- Bak taktım yine başım ağrıdı.

- Oni takma, o kaskı değiştir! Bayram senin yapacağım üç tane iş var hayatım: atc, hms ve yadımcı ip edinmek! Bunlara sahip olmayan dağcı olmaz, geçtim dağı doğada tek dolaşıyorsun bunlar hayat kurtarır. Kaldın bir yerde bu üç temel ekipman yanındaysa korkma, inersin.

- Tamamdır abi, en kısa sürede edineceğim.

Bu kısa ve şen dinlenceden sonra Zeki Abi'nin riskli olduğunu ifade ettiği son bölgeyi de altımızda bırakıp tırmanmaya devam ettik ve niyahet: Türkiye'nin klasik rotada tırmanışı en zor, en teknik dağının doruğu ayaklarımızın altındaydı! Güneyde Erzurum, doğuda Artvin, kuzeyde Karadeniz puslu ufuk boyunca uzanıyordu şimdi. Rüzgar bir miktar şiddetlense de kesinlikle rahatsız edici boyutta değildi, hava öngörüldüğü gibiydi. Kuzey tarafta Verçenik Yaylası, bulut deniz kıyısında tamamen görüş alanımızdaydı. Metin Abi'nin kameramanlığında hatıra videosu çeken Zeki Abi sordu:

- Bayram, göster bakalım ballim dağları.

Ben de parmağımı kuzey batı ufkuna doğrultarak sıralamaya başladım:

- En uzaktan itibaren hepsi görünüyor abi. Şu ileridekiler Altıparmak ve Kemerli, şu büyük kütle Kaçkar, şu Tatos, şu arkadaki yakın duranlar (yani güneybatı tarafı) Dilek Dağı, Leşkaya, Hemşin Kuleleri, Saler vs!

Hepsini saymak o an mümkün değildi. İlk heyecan, tebrikat ve hatıra çekimleri bittikten sonra oturup yanımızdaki nevalelerden nasiplenmeye başladık. Bu arada ilk kez zirve deneyimi yaşayan Metin Abi zirve defterini imzaladı. Defter bana geldiğinde ben şöyle karaladım:

- Akıl dediğin bir damla sudur! O da dağlarda uçup gidiyor! Verçenik, ne güzelsin!

İmzamı attıktan sonra defteri kaldırdık. Zirvedeki eski defterlerin olduğu poşeti incelediğimizde içinde 2017 yılında bırakılmış bir emanet olduğunu gördük: Bir baba oğlu için bırakmış ve görüldüğünde lütfen yerine konulması üzerine bir de rica notu yazmış ve telefon numarasını eklemişti. Fazlı Abi:


- Adamı arayayım mı? Ayıp olur mu?

- Olmaz abi, ara!

Fazlı Abi adamı arayıp konumu bildirdi ve emanetinin yerinde olduğunu söyledi. Kısa bir tanışma ve sohbetten sonra telefonu kapattı. Herkes kendi mizacınca zirvede oyalanmaya başladı. Ben güney tarafındaki daha alçak bir bölgeye doğru geçip etrafı kolaçan ettim. Bir sürü buzul gölü görünüyordu! Hepsini inceledim, çıkaramadıklarımı bilahare Google Earth üzerinden incelemek üzere zihnime kazıdım. Zeki Abi bulunduğum bölgedeki olukları incelememi, bunlardan herhangi biri üzerinden inişi göze alıp alamayacağımı sordu:

- Abi sen karar ver. Buradan sorun yok gibi duruyor ama dibi de görünmüyor. Bence hiç uğraştırmayalım seni, klasikten inelim. Bir dahakine yeni rotalardan deneriz.

- Tamamdır ballim.

Tekrar zirve noktasına dönüp Zeki Abi'nin yanına oturdum. Poşetin altında bırakılmış iki-üç avuç fındık bulan Zeki Abi şaşkınlığını ifade etti:

- Ula habular ne güzel, ne gevrek fındıklar böyle ya! Ben hayatımda bu kadar güzel fındık yemedim.

Ben başta durumu algılayamadım, öylesini bir iki fındık alıp kırdım ve attım ağzıma. Zeki Abi haklıymış! Fındıklarda zerre nem kalmamıştı. Kuru ve sert havanın etkisiyle taneler iyice kurumuş ve gevrekleşmişti. Dişlerin arasında çıtır çıtır dağılıyordu. Yarım avuç alıp taşla kırarak yemeğe koyuldum ben de.

Metin Abi her zaman olduğu gibi başını sert güneşten korumak için örtmüş ve taşların üzerine uzanarak şekerlemeye başlamıştı. Fazlı Abi telefon görüşmesi yapıyor, Zeki Abi de iç dünyasına dalmış aheste aheste fındıkları çiğniyordu. Ben de yanımızda getirdiğimiz enerji verici nevalelerden nasipleniyordum.

Zirvede uzun süre kaldık! Neredeyse çıkarken geçen süre kadar, tam iki saat on beş dakika zirvedeydik. Sürekli ufku tarıyor, daha önce yürüdüğüm bölgeleri tanımaya çalışıyordum. En güney batıda Orsor Dağı, onun doğusunda Çengovit (Yedigöller) bölgesi, oradan biraz kuzeye Çapans Dağı ve Sarpinovit Vadisi, kendimce isimlendirdiğim Bekçi Sivrisi, daha da kuzeyde Hemşin Tepe ve Kızılbel, gel biraz doğuya: Saler! İn biraz kuzeye Tahpur! Kuzeydoğuya dön ve Çinaçor Göllerinin konumunu ara: İşte orada! Yıllardır bu coğrafyada tabanladığım çoğu yer ayaklarımın altında kaimdi şimdi. Ne anılar, ne maceralar biriktirmiş, neler neler yaşamıştım! Elbette doğuda, İspir tarafında tanımadığım bilmediğim yerler vardı. Bildiğim ama tanımadığım mekanlar da keza...

Bu şekilde civar coğrafyayı kolaçan ederek ve az da olsa ekiple kelam ederek zirve dinlencesinin sonuna geldik. Zira hava durumu 16.00'dan sonra bulut öngörüyordu ve duman yaylanın yamacında dalgalanarak yükselmeye başlamıştı. Artık inişe koyulma vakti gelmişti.

İniş her zaman daha tehlikelidir. Tutacağımız ve basacağımız yerler gözlerin önünde değil ayakların altındadır. Dolayısıyla iniş güven vermez, insan yüzünü boşluğa dönerek inme dürtüsüne kapılır ki çok tehlikelidir. Bu tehlikeyi Zeki Abi de hemen ifade etti o anda:

- Sakın yüzünüzü aşağı komayın. Akar gidersiniz maazallah. Yüzünü kayaya dön veya yan yan in! Aşağı bakma.

Ben nispeten tecrübeli olduğumdan bu konuda bir sıkıntı yaşamıyordum, gözüm boşluğa akmıyordu. Sırtımı rahatça dönebiliyordum. Ama Metin Abi doğal olarak güdüsel hareket ediyor, sırtını boşluğa dönmeye güvenemiyordu. İlk tehlikeli kısımda Zeki Abi ona yardımcı olup geçiş yapmasını sağladı. Ama yüzü boşlukta olan Metin Abi düşer gibi olsa da sorun yaşamadan geçti. Sonra ben geçtim. Ardından da Fazlı Abi.

İnmenin artık tehlikeli olduğu bölgelerde Zeki Abi ipi açtı. ATC iniş aletiyle nasıl inilir, ATC nasıl kullanılır, inerken bacaklar nasıl durmalıdır. Yaşanabilecek tipik sorunlar ve bunları önlemek için alınacak tedbirler nelerdir vs. anlatarak ve göstererek inmeye başladı. Gerçekten maruz kalarak öğreniyorduk. Ben hiçbir dağda, kullanılması gerekse de ip kullanmamıştım. Sadece Yomra'daki yapay duvarda Fazlı Abi'nin emniyetçiliğinde bir iki tırmanış yapmıştım o kadar. Zeki Abi'yi can kulağıyla dinledim ve söylediklerini küpe gibi astım kulaklarıma. Bizde ATC yoktu. Zeki Abi önce kendisi aşağı indiğinde ATC'yi ipin ucuna bağlayarak yukarı göndereceğini ve sırayla onu kullanarak hepimizin ineceğini söyledi. Bu aleti kullanmak her ne kadar kolay gözükse de ilk kez tecrübe edecek birinin hemen doğru şekilde uygulama yapması pek muhtemel değildi. Açı fazla verilirse boşluğa doğru hızlı bir şekilde düşecek olan kişi panikle açıyı genişletemezse düşerdi! ATC kullanmamaya karar verdik. İpi iki elimizle tutacak, sırtımızı boşluğa dönecek ve ayaklarımızla duvarda kontrol sağlayarak yavaş yavaş inecektik.

Zeki Abi aşağı inip sırayla gelmemizi söyledi. İple inişin en tehlikeli kısmı ipin yerdeki irili ufaklı taşları aşağı düşürmesi olacaktı. Ki öyle de oluyordu. Buna azami dikkat göstermemizi söyledi Zeki Üstat. Önce Metin Abi inecekti ama bir türlü yüzünü kayaya, sırtını boşluğa vermiyordu. İpi tek eliyle omzundan geçiriyor, diğer elini kayaya koyup oturur pozisyonda inmeye çalışıyordu. Ne kadar uyardıysak da kendisini böyle güvende hissetiğini söyledi ve yavaş yavaş, yer yer düşme tehlikesi atlatarak indi. Aşağıdan onay geldiğinde ben geçtim ipe. Ellerimle ipi sıkı sıkı tutup sırtımı boşluğa verdim. Bacaklarımı kayada uygun yerlere koyuyor, ellerimle iniyordum. Güvenli bir şekilde aşağı inip kendilerini yukarıdan gelecek kayalara karşı emanete almış olan abilerimin yanına gittim. Bu iniş bana çok zevkli gelmişti! Gerçekten çok iyi hissettiriyordu. Sırtımıdaki boşluk, gözümün önündeki dik ve sarp kaya, belimdeki güven! İnanılmazdı. Ben ATC ile rahat inebileceğimi, bu işi çok sevdiğimi söyledim Zeki Abi'ye. Gülüp hak verdi bana.

Fazlı abi de inince bir sonraki iniş kısmına ulaştık. Yan geçiş bölgesiydi. Zeki Abi önden gidip geçmeyi denedi ama güvenemeyip geri döndü. Buradan çıkarken hep hat açıyor ve hattı olduğu gibi bırakıp bacadan tırmanışa geçiyordu. Ama bugün çıkarken ipsiz çıktığımız için döndüğümüzde kullanabileceğimiz bir hat yoktu.  Zeki abi kendisinin bile güvenemediğini, yerde çok fazla kaygan ve gevşek malzeme olduğunu söyledi. Bacanın sonunda hazır bırakılmış istasyonları kullanarak iple ineceğimizi ama bir önceki tekniği kullanamayacağımızı söyledi:

- Uşaklar altı çok dik, boşluk! Buradan o şekilde inemezsiniz. Ben sizi çuval gibi indireceğim buradan. Elleriniz serbest olacak, ipe oturacaksınız ben yavaş yavaş salacağım ve aşağıya ulaşacaksınız ama aşağıda ne var, nereye ineceksiniz buradan gözükmüyor. Muhtemelen kar kürtüğünün üstüne ineceksiniz. Önce Fazlı'yı indireceğim. O bakacak duruma ve uygunsa yukarıya haber verecek tek tek indireceğim sizi. Ben ATC ile ineceğim en sonunda.

Fazlı Abi inişe başladı ve indiğinde durumun müsait olduğunu, kar kürtüğünün bittiği noktaya indiğini söyledi. Karabinayı çözmeden ipi yukarı gönderdi. Ardından Metin Abi indi. Sonra da ben geçtim. Bu da harika bir histi. Can tamamen yukarıda emniyet alıp ipi yavaş yavaş salan üstadın emanetindeydi. Bu işi yapan oydu! Biz sadece bacaklarımızla açıyı kontrol ediyorduk. Aşağı ulaştığımda eriyen kürtüğün altındaki gedikten geçip Metin ve Fazlı abilere ulaştım. Zeki Abi'yi seyrediyorduk. İpi toplarken,  inişe hazırlanırken son derece havalı duruyordu. Dağlarda geçen otuz yedi yıl kendini nasıl da belli ediyordu! Buram buram ustalık kokan otomatize hareketler. Ne yaptığının sonsuz bilincinde olma hali, şiir gibi bir iniş. Böyle bir öğretmenin tedrisatında olmak büyük bir şanstı gerçekten. Bugün bir sürü şey öğrenmiştim ve daha öğrenecektim.

Zeki abi bizi indirirken ipi olduğu gibi kullanmıştı. 70 metre olan ip fazla fazla yetmişti ama ATC ile inerken ipi ikiye katlayıp ucuna düğüm atmak gerekiyordu zira aşağı inen kişi düğümü çözüp ipi aşağıdan çekebilsin. Bu şekilde ip iki kat kısalıp 35 metre kalıyordu ki Zeki Abi aşağıdan ipin inişe yetip yetmeyeceğine bakmamızı söyledi. Baktığımızda ipi salmasına gerek bile kalmadan yeteceğini gördük zira inilecek kısım taş çatlasa 18-19 metreydi.

Zeki Abi ustaca ve seri bir şekilde inip kürtüğün altına girmeden karın üstünden ip emniyetinde yürüyerek geçti ve yanımıza geldi. Artık zor bitmişti. Bundan sonra ipe gerek kalmayacaktı. İpi toplayıp Fazlı Abi'nin sırtına vermeye hazırlanan Zeki Abi'ye ipi taşıyabileceğimi söyledim. Fazlı Abi "Allahına kurban, ölmüşlerine rahmet." diyerek minnetini ifade etti. Zeki Üstad ipi nasıl sırtıma alacağımı, hangi düğümü nasıl ve neden atacağımı anlatarak ipi sırtıma astı ve bağladı.

Üstümüzde çoğalan ve yer yer kararan bulutlardan bir iki damla atıştırmaya başladı. Ama yağmur riski çok azdı. Üstadın arkasından yavaş yavaş inmeye koyulduk. Bu sırada Zeki Abi:

- Bayram madem inecektik, neden çıktık?

- Hiç sorma abi, ben de bilmiyorum. Akıl dediğin bir damla sudur! Burada uçup gidiyor!

- Zaten akıllı adamın haburiya ne işi olur!

- :)

Rahat bir inişin ardından sabah ilk uzun molamızı verdiğimiz pitoresk bölgeye geldik. Burada bir dinlence daha yaparken Fazlı Abi ve ardından Metin Abi çanaktan akan buzul suyunun oluşturduğu küçük şelaleye gidip sulanmak istediler. Giderken çarşaktaki oynak kayalar yüzünden birkaç kere düşme tehlikesi yaşadılar. "Okyanusu geçtiniz, derede boğulacaksınız siz de!" diye şakayla karışık kaygılı bir ifadeyle seslendim uzaktan.

İlkine nispetle bu mola daha kısa sürdü. Bunda benim de etkim vardı zira bir an önce inmek istiyordum. Metin Abi ne acelem olduğunu sordu:

- Abi güneş sertleşti, inelim çadırımıza giyelim şortları dalalım suya, olalım çelik gibi! Fena mı? Akşamın tatlı havasını kaçırmayalım. Sis kamp alanını sarmadan inelim, çimelim! 

Benim derdim akşamın tatlı havası eşliğinde buz gibi suda serinlemekti. Terli ve yorgun vücuda ince ve soğuk dağ sularının ne yaptığını gayet iyi biliyordum. O hissi yaşamak istiyordum tekrar, hazır fırsat varken.

Çarşak bölgelerde toz duman ile karmakarışık bir halde stabil bir tempoyla inmeye başladık. Ayağımızın çarşak belasından kurtulup nispeten sağlam kayalara bastığı göle yakın bölgeye geldiğimizde ben artık gruptan ayrılıp hızlıca gölün kenarına ulaştım. Komşu çadırın kenarında sohbet eden iki kişiye merhaba deyip çadıra geçtim. Süratle  soyunup şortu bacaklarıma geçirdim, havluyu sırtıma aldım. Yalın ayak baldır çıplak göle atlamaya uygun uzak bir köşeye gidip akşamın tatlı ılık rüzgarıyla titreyen serin dağ suyuna daldım beklemeden! Tenimdeki tuzlu terin fazlalık bir deri gibi bedenimden sıyrıldığını hissettim. Ani soğuk göğsümden başlayıp parmak uçlarıma dalga dalga yayıldı ve başımda patladı! "Oh be! Huuuuuuuuuu!" diye bağırdım. Bu arada Zeki Abi kıyıdan geçiyordu ama tanımadı beni:

- Zeki Abi hadi soyun gel!

- Ula sen miidun, Allah senin cezanı vermesin!

- Abi harika gel!

Sudan çıkıp tekrar daldım. Kısa bir süre yüzüp kıyıya çıktım. Belimin kütükleşmesinden endişe ettiğim içindir ki fazla durmaya cesaret edemedim. Zaten vadi boyunca yükselen duman kamp alanını yokluyor, birazdan aramıza katılacağını muştuluyordu. Havluyu tekrar sırtıma alıp çadıra döndüm ve kurulanıp üstümü değiştirdim.

Zeki Abi enerjisi olmadığını, yarın belki girebileceğini söyledi. Fazlı Abi çadırın yanında akan dereciğin göl olduğu bir noktada, kıyafetleriyle attı kendini suya.

- Abi benim daldığım yerdan atlasana.

- Kramp problemim var Bayram, aha girecek birazdan burada da. Ula su buz gibi!

- Tamam abi. Bana çok soğuk gelmedi, ideal  suyun durumu.

Dünden kalan krep dürümler bozulmasın diye bunları yemeğe koyuldum. Zaten kimse tadını beğenmemişti. Ertesi sabah için birkaç adet bıraktım. Metin Abi de aramıza katıldığında artık herkes sessizce dinlenceye başladı. Ben çadırın muhabbet kısmında konakladığım için, diğerlerini engellememek adına matı ve tulumu dışarı çıkarıp çadırın yanına serdim. Belime nispeten kurumuş havluyu serip yüzüstü yattım ve dağ suyunun darbesiyle çivi gibi olan bedenimi rahatlatmaya başladım.

Gölgeler kararıp da hava daha da serinleyince çadıra geçmenin vakti geldi. Fazlı Abi balık tutmak istiyordu. Ben bu işlerden hiç hoşlanmıyorum lakin zevkleri de alenen yargılayacak halim yok. Fazlı Abi balıkları tereyağında çadırın içinde pişiyordu genelde. Yağ da her tarafa sıçrıyordu. Yıllar önce bir maaşımı vererek aldığım kıymetli tulumumun yağlanmasını arzu etmediğimden Fazlı Abi'ye yemeği dışarda hazırlamasının mümkün olup olmadığını sordum. Önce üşüdüğünü söyledi ama sonra dışarda pişirmeye başladı. Bütün bu süre boyunca ben tulumun içinde uzandım. Serin ve çiseli havada belimin sertleşmesini istemiyordum. Tulumun sıcaklığında koruma altındaydım. 

Bu arada dışarıdan bir dizi silah sesi geldi. Pompalıyla ateş ettiklerini düşündüm ve yine bu kendini erkek zannetme magandalığına söverek dinlenmeye devam ettim. Abilerim çay çorba, türkü, sohbet işini gecenin ilerleyen saatlerine kadar sürdürdüler. Bütün bu süre boyunca ben tulumda kaldım. 

Yine netameli ve kesik kesik devam eden bir uyku sürecinden sonra sabahın ilk ışıkları çadırı  doldurmaya başladı. Zeki Abi de uyuyamamış odasının kapısını açmıştı. Göz göze geldik ve gülümsedik. Dışarı çıkıp temizlik ameliyesini hallettim ve çadırdan bütün eşyalarımı çıkarıp düz bir kayanın üstüne dizdim. Mat ve tulumu çadırdan nispeten uzak bir noktadaki hafif eğimli bir kayaya serdim. Ardından kamp alanının en kuzeyindeki küçük gölün kayalık kıyısını turladım. Kıyıdaki balçıkta keçi izleri vardı. Ama büyük ihtimalle yayladaki evcil keçilerin izleriydi.

Bu küçük sabah turundan sonra kayaya serdiğim mata sırt üstü uzandım ve şafak melteminin üstümden ipek yumuşaklığında akıp gidişine odaklanarak demlenmeye başladım. 

Komşu çadırdakiler de uyanmış gölün etrafında oltayla balık kovalıyorlardı. Gözlerimi açıp kuzey yamaçlarda güneşin gölgeyi aheste kovalayışını takip etmeye başladım. Bir süre sonra gün üzerimde parlamaya başladı. Artık güneşin tatlı sıcak kolları arasındaydım. Kalkıp çadıra gittim. Zeki Abi ile sohbete başladık. Bana sabah resitali vermek istediğini söyledi ve  rock müzik eşliğinde müzik sohbeti başladı. Rammstein'ın "Ohne Dich" adlı parçasından bahsetti uzun uzun. Dinlememiş olmamdan utanmam gerektiğini söyledi, ben de utandım. Ardından Türkçe şarkıların bazı coverlarından bahsettik ve dinledik. Pavarotti'nin siyahi bir şarkıcı ile gerçekleştirdikleri olağanüstü performans sohbete konu olunca Zeki Abi şarkıcının ismini hatırlamadığı için kendine sövmeye başladı:

- Bayram ha bu kafada akıl yok. Boş bunun içi. Hatırlamayi bir şeyi. Ben o adamı nasıl unuttum. Biz de anca yürek var akıl namına bir şey kalmamiş.

- Abi benim de dilimin ucunda ama söyleyemiyorum.

- Sen genç adamsın, bu adamlar çok eski. Bilmene bile şaşırdım. Hadi Pavarotti popülerdir ama diğerini bilmene şaşırdım.

- Bilmiyorum ki abi, Youtube çıkarmıştı karşıma, performanstan etkilenmiştim. Büyüleyiciydi.

Müzik dinlencesine devam ederken ufak, şirin bir taş kuşu çadırın gölgesine girip kapıya yanaştı ve yiyecek kırıntıları toplamaya başladı. Çok yakına gelmişti. Bir süre yakınımızda dolandıktan sonra yitip gitti.

Grubun diğer üyeleri de kalkıp dolanmaya başladılar. Fazlı Abi hiç uyuyamadığını söyledi:

- Gram uyku uyumadım ya! Döne o yani dön bu yani kıvrandım durdum.

- Nasıl tutmadı abi? Senin horultundan sabaha kadar gözümü kırpamadım!

- Kiiim? Ben mi? Ben horlamam ki! Metin Abi'ydi o.

- Kim? Ben asla horlamam! 

- Tamam abi ben horladım... Sabaha kadar mışıl mışıl ben uyudum anasını satıyım!

Her kamp sabahının şaşmaz ritüeli olan sen horladın sen yellendin şakalaşmaları ardından Metin Abi suya girdi biraz. Onu tamamen dalması için kışkırttım. Biraz ısrar ve gaz sonucunda kendini serin suya bıraktı ve bir süre yüzdü. Ardından Fazlı Abi daldı. Çimişin ardından komşu tayfadan güneşte yanıp kavrulmuş bir kişi yanımıza gelip selam verdi. Adamı bir yerden tanıyordum. Hiç şüphem yoktu. Zeki Abi kahvaltı hazırlarken sohbet de koyulaştı. Sonra adamı bizim yaylada gördüğümü ve oradan hatırladığımı söyledim. O da onayladı.

Ben dünden kalan krep dürümleri sabah gömmüştüm. Diş tedavisi için taktığım şeffaf plakları sürekli takıp çıkarmaya üşendiğimden bugünlük yemek işini sonlandırmıştım. Kahvaltıya katılmadım ama çadırın gölgesinde kalarak sohbete kulak verdim. Bir süre sonra komşu tayfadan bir kişi daha geldi. Avcıymış! Av tutkusundan, bilinçli avlandığından vs. bahsetti. Nefret ettiğim işlerdi bunlar. Sohbete katılmadım. Bu arada kamp alanının kuzeyinden, ilk gölün arkasındaki sırttan aşağı bir keçi sürüsü çıngıraklarıyla bir karar atlaya zıplaya iniyorlardı. Hayvansever abim Fazlı'nın gözleri çoban köpeğini aradı ve buldu. Çok vakit geçmemişti ki sürü bizim yanında konakladığımız derenin karşı kıyısından geçişine devam etti. Keçiler uzaklaştıktan sonradır ki tüylü çobanımız göründü. Fazlı abi durur mu:

- Bayram! Ha u ekmekleri ver bakayım!

- Abi ekmek yetmeyecek diye ikişer dilim ekmekle bizi aç bıraktın önceki akşam. Şimdi bir paket ekmeği hayvana veriyorsun. Ver tabi de biz niye aç kaldık?

Umrunda bile değildi, söylediklerimi duymuyordu. Köpeği yanına çağırıp ekmekleri birer birer attı hayvana. Her zaman aç gezen çobanlardan biri olan köpek ekmeğin yere düşmesine izin vermiyor, başının çevik bir hareketiyle ekmeği yandan havada kapıyordu.

- Fazlı Abi hayvan kuyruk sallamıyor, güvensiz duruyor. Dikkat et, tekin değil.

- Bir şey olmaz.

Bu yardımlaşmadan sonradır ki komşu çadırlardan gelen adamlar bizi kara demlik çayına davet edip gittiler. Biz de çadırı ve eşyaları toplayıp dönüşe hazırladıktan sonra onların çadırına gittik. Çay nasıl demlenir, en iyi çay hangisidir, çaydanlık nasıl olmalıdır minvalinde gelişen bir sohbet oldu. Diğer iki kişi de muhabbetin ortasında dahil oldular. Tırmanıştan, dağ güzergahından vs bahsettikten sonra son yudumları da çekip vedalaştık.

Dönüş yolunda yine Zeki Abi'yi takip ederek ilerledik. Geldiğimiz dik ve kayalık rota yerine klasik patikayı takip edip vadinin çimenlik düzüne ulaştık. Bu arada Zeki Abi dağcılığın felsefesinden bahsetti:

- Dağda anan da baban da partnerindir. Dağa herkesle gelinmez. Buraya geldiğin adam senin her şeyindir. Birinin başına bir şey gelse senin başına gelmiş sayacaksın. Grup bilinci her şeydir. Tek başına iken yürü istediğin gibi, ak git. Ama grup varsa arkana bakacaksın. En arkadakini özellikle kollayacaksın. Sen seri gidersen o adam kendini kötü hissedebilir. Yetersizlik duygusuna kapılabilir. Hiçbir şey olmazsa adamın moralini bozarsın. Doğru olmaz. Bir de doğa ile mücadele etmeyeceksin! Kazanan her zaman doğa olur. Mesele zirveye çıkmak değil süreçtir. Adam binlerce kilometre yol yapıp zor şartlarda aylarca expedisyon yapıyor, 8000'lik zirvenin son 100 metresinde hava muhalefeti yüzünden zirveyi bırakıp dönüyor. Nasılsa dağ burada bir daha deneriz diyebiliyor. Dağ izin vermiyorsa kibre kapılıp zorlamak çok tehlikelidir. Kazanamazsın!

Bu şekilde sohbet ede ede yaylanın yamacındaki aracımıza ulaştık. Yerleşke bir hayli kalabalıktı. İkisi ihtiyar biri orta yaşlı üç kişi yanımıza geldi. Kısaca sohbet ettikten sonra araca geçip dönüş yoluna koyulduk. Civar coğrafyadan bahsederken Zeki Abi siyahi şarkıcının ismini hatırladı: James Brown! Ben de şarkının ismini hatırladım: It's a man's man's man's world! Derken Çat düzüne ulaştık. Burada balık hastası Fazlı Abi bir çiftlikten balık satın almak için durmamızı istedi. Bu işi de hallettikten sonra köyün girişinde bıraktığım aracıma ulaştık. Salı günü Trabzon'da, Doğankaya'da buluşmak üzere vedalaşıp ayrıldık. Yine muhteşem bir aksiyon daha hatıra dağarcığımızdaki sağlam yerini böylece almış oldu. 

14.08.2023 / Mekaleskirit - Çamlıhemşin


•••


Faaliyetin Youtube videosu





























































































































 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Sû-i Tedbîrimle Yâ Hû

Bu Tatos Dağları'nı Tavaf Ettiğim ve Ayı Saldırısından Nasıl Kurtulduğumdur...