İkizdere, Çamlıhemşin ve İspir Hudutlarında Bir Cevelan

Girmekten korktuğun mağara, aradığın hazineyi saklıyor...

Joseph Campbell


İki hafta önce planladığım Cimil-Verçenik-Cimil rotasını aniden karşıma çıkan dağ keçilerinin peşine takılıp fazla zaman kaybettiğim için istediğim şekilde yürüyemiş kısaltmak zorunda kalmıştım. Bu hafta, oluşturduğum güzergâhı planladığım şekilde tamamlamak için Pazar sabahı 05.15’te vurdum yola! 

2 gün öncesinden havanın en azından Pazar günü açık olacağı görünüyordu… Dolayısıyla 2 gün öncesinden heyecan basmaya başladı. Cumartesi işlerim olduğundan sadece Pazar günü bana kalıyordu ve onu en iyi şekilde değerlendirmeliydim. Arada birkaç saatlik kısa sayılabilecek yürüyüşler dışında 2 haftadır yabana pek dokunmamıştım, acısı fena çıkacaktı! Bekleyişle geçen iki günden sonra Pazar sabahı 05.00’te yataktan adeta uçtum. Zaten uyku da tutmamıştı. 15dk’da hazırlanıp hava hala karanlıkken İkizdere’den çıktım. 

Aracımı Başköy’e yaklaşık 2 km mesafedeki küçük köprüde bıraktım. Artık daha tecrübeliyim, bu sefer patika aramakla uğraşmayacağım. Geçen seferkinin aksine derenin doğu yakasından yürüyeceğim. Aracımı bıraktıktan sonra hemen yolun kenarından başlayan patikada yürümeye başladım. Görünüşe bakılırsa bu patika doğruca Keğut Dere’sine gidiyordu. Umarım kaybolmadan devam eder de oraya tırman buraya in demeden rahatça yürürüm diye düşünüyordum. 

Çise açısından bu sefer pek şanslı olmasam da çok da ıslak değildi otlar. Keskin kayalarla dolu bolca dik çarşak bölgesinde tırmanacağım için yumuşak yürüyüş ayakkabıları yerine benim emektar deri Quechua’ları giymiştim. Bunlar su tutunca kurumak bilmiyorlar! Rotanın başları özellikle çok yoğun ot örtüsü bulunması ve sabahın erken saatleri olması dolayısıyla biraz ıslak geçeceğe benziyordu. Neyse vadiye kadar gitmesini umduğum patika bitiverdi. Ben de Keğut Dere’sine ulaşıp varla yok arası bir patika bulup izlemeye başladım. Geçen seferki yürüyüşümde karşı yakadan baktığım zaman şu anda bulunduğum yerde patika çok barizdi! Ama şimdi patika kayboluverdi. Ya da ben bulunduğum yerden göremiyorum. Sürekli, ıslak ve dik kayalıklardan inip çıkmak zorunda bıraktığı için bu kısmı terk edip dereye indim karşıya geçmek durumunda kaldım. Sonra tekrar karşıya geçip yine belli belirsiz bir izden yavaşça yükselerek yürümeye başladım. Bu sefer Keğut Yayla yerleşkesi* karşıda kalacak ve en azından bel boyu ıslak otlar arasından yürümek zorunda kalmayacağım derken yaylanın bir kısmının benim yürüdüğüm tarafta olduğunu öğrendim. Yine şortohlar, bel boyu ıslak otlar ve ısırganlar arasından rahatsız bir yürüyüşten sonra nispeten düze çıkıp tırmanmaya devam ettim. Bu arada ayakkabılar tamamen su olmuştu bile! 

Güneydoğu yönündeki Cimil Dağı’nın tepesini sıyıran Güneş ışıkları kuzeydeki Demir Dağı’nın doruğunu kızıla boyuyordu. Hava serin ve rüzgarlıydı… Güney tarafta kalan kayalıklardan boşluğa kendilerini bırakan urkekliklerin serseri çığlıkları yankılanıyordu vadide. Hafif çarşaklı bir yürüyüşten sonra Cimil Dağı Gölü’ne ulaştım. 2 hafta öncekinden daha az suyu vardı. Kurudu kuruyacak! Yine burada 10 dk dinlenip peynir zeytin atıştırdım, bir de tabi ki Capri Sun! (Bu bir reklam değildir :) ) Geçen seferki rotadan farklı olarak soldan değil sağdan yükselerek devam ettim. Nispeten dik bir tırmanıştan sonra sırtın ardından yüzünü gösteren Güneş başımı okşamaya başladı. Hemşin Tepe ve solundaki aşıt göründü. Bu sefer aşağıdaki düzlüğe inmeden Cimil aşıtına doğru yürüdüm ve oradan Hemşin Tepe zirvesine doğru tırmanmaya başladım. Tanıdık çan sesleri çalındı yine kulağıma ve ardından çobanın zılgıtı. Arkamdaki tepenin güney yamacında büyük bir keçi sürüsü yayılmıştı. Zil seslerinin munis ezgileri eşliğinde çok sürmeden zirveye ulaştım. Biraz fotoğraf çekip zirvede izim olsun diye orta boy bir taş baba yaptıktan sonra Salar Vadisi’ne doğru hafifçe inişe geçtim. 100 metre altımda keçiler de benimle beraber yürüyorlardı. (Bu çan sesleri her zaman içimde bir huzur ve güven duygusu oluşturmuştur.) Keçiler seslerini de alarak Salar Gölü düzündeki vanağa indiler. Ben de Salar’ın kuzeydoğusunda kalan dik aşıta yöneldim. İrtifa kaybetmemeye çalışarak yan yan yürüyordum. Hedefim Çimenliliman tepesinin kuzey tarafına yakın olan aşıttan aşmaktı. Bu aşıt nispeten daha az eğimli ve zemini sağlam görünüyordu ama ulaşmak için irtifa kaybedip tekrar yükselmem gerekecekti. Yol uzun ve toplamda alacağım irtifa yüksek olduğundan dizlerimin dinç olması gerekti. İnişi göze alamadım, ben de Çimenliliman’ın kuzeyindeki Salır Tepe’nin hemen altındaki daha dik ve daha çarşaklı görünen aşıta diktim gözlerimi derken sağ ayağım kaydı! Ve sol omzumun üstüne kontrollü bir şekilde düştüm. Sol elmacık kemiğim yere biraz dokundu ve sol elimin serçe parmağı zedelendi. “Dikkat, aman dikkat!” diyerek sürekli tetik halde kayaların üzerinde ilerlemeye devam ettim. Salar Vadisi’nin kuzey kısmından yani Kızılbel Tepe ile Salır tepe arasındaki aşıtların altından yan geçiş yaptığım yer aşırı kayalık ve yürümesi tehlikeli bir yerdi. Ama irtifa kaybetmeden yürümenin başka yolu da yoktu. Bu kısmı bitirip hedeflediğim aşıta vurdum, zemin çarşak da olsa yer yer örtücü bitkilerle kaplı toprak da vardı. Güvenli bir şekilde aşıta çıktım ve karşımda Verçenik onun alt tarafında da At Gölü göründü. Kapılı Göller’in en alttakinin de ucu görünüyordu. Buralar benim mekânım, mabedime geldim! 

Aşıtın Çamlıhemşin tarafı çok daha az eğimli ve sağlam zeminliydi. Güzel bir düzlük ve altında harika mendereslerle kaplı bir vanak manzarasıyla ve tabi türkü ve ıslık ezgileriyle inmeye başladım. Düzde Verçenik’i fona alarak fotoğrafımı çekmek için biraz durdum. Mum dibine ışık vermez ama yine de iyi denebilecek bir anı fotoğrafım oldu. Çok oyalanmadan At Gölü üzerinden inişe devam ettim. Kapılı Göller’in gidegeninin oluşturduğu şelalenin yanından, klasik Verçenik rotasındaki patikayı kullanarak dik bir şekilde yükseldim ve Kapılı Göller’e ulaştım. Korktuğum gibi kalabalık değildi, hatta kimse yoktu. Buralar bugün bana ait diye düşündüm ve ciğerlerimdeki bütün havayı boşaltarak “Dağlaaaaaaaaaaaaaaaarrrrrrr!” diye haykırıp birbirleri üstüne yığılan yankıları dinledim. 

İkinci gölün kenarına oturup şeftalimi gölde yıkadım ve her zaman olduğu gibi lokmaların boğazımdan sağlıkla inişlerini duyarak zevkle, keyifle, şükürle yedim. “Bugün kendime bir iyilik daha yapıp muzu da şimdi yiyeceğim!” dedim ve onu da indirdim dibine! Yine çok oyalanmadan yavaş yavaş Hemşin Gediği’ne doğru yola koyuldum ama şahin dağların çekiciliğine kapıldığımdan olacak güneye ilerleyeceğime doğuya doğru yükselmeye başlamıştım. Gözlerim karşımda yükselen devasa kaya duvarlarına çarpınca “Nereye gidiyorum lan ben?!” dedim ve hatayı kısa sürede fark edip patikayı buldum, muazzam göllerin gözlere şenlik görsellikleriyle yürümeye devam ettim. 

Hemşin Gediği’ne ulaştığımda sol botumun başparmak eklem tarafından yırtıldığını fark ettim. Bu ayakkabıların ölümü birkaç yıl önce gerçekleşmişti zaten ama ben ekipman fetişizminden nefret eden biri olarak eşyalarım parçalanana kadar kullanmayı huy edindiğimden bu tarz yürüyüşlerimde bu botları giymeye devam etmiştim. Ama buraya kadar! Artık giyilebilecek durumda değillerdi. Hemşin Gediği’nden Korhuni Gölü’ne inip orada biraz oturmayı düşünüyordum ama bottaki yırtığın aşağı inerken oluşacak gerilimden dolayı daha da açılması riskini göze alamadım, zira aşacağım bir sonraki aşıt aşırı kayalık ve dikti. Ben de Hemşin Gediği Tepe’nin (başka isim bulamamışlar evet) altından, fazla irtifa kaybetmeden kayalar üzerinde ilerleyip Kolkanlı Tepe’nin yanındaki aşıta, yer yer hafif kaya tırmanışı yaparak ulaştım. Rüzgâr bu noktada baya sertleşti. Aşıtın Çirmaniman tarafına bakınca iniş rotasının ne kadar zor olacağını canlı bir şekilde gördüm. Kolkanlı Tepe ile Bibloz Tepe’yi karıştırdığımdan aslında çıkmam gereken aşıta çıkmamıştım. Bibloz Tepe bir aşağıdaki zirveydi. Benim Bibloz sandığım ise Kolkanlı Tepe idi. Dolayısıyla bu zor coğrafyayı karşımda görünce şaşırdım. Ama iyiki de buradan gelmişim dedim. İniş zor ve tehlikeli de olsa Cin Gölü rotasının üstündeydi ve tamamen yaban bir bölgeydi. Bu rotadan inerek yürüyüş boyunca görmüş olduğum göl sayısını 15’e çıkarmış olacaktım. Bibloz Tepe aşıtından inseydim daha kolay ama monoton bir güzergâhta yürümüş olacaktım. “Neden rotayı buradan planlamamışım ki?” diye kendime gülüp bacaklarımın doğal işbilirliğine aferin dedim. Keyfime göre olan bu şaşkınlıktan sonra dikkatlice inişe başladım. İlk birkaç on metre, yürüyüş için fazla dik ve kayalıktı. Batonları çantaya astım, ellerimi de kullanarak hafifçe yan yan ilerledim ve inişi kısmen tamamladım. Sonra kayalıklar arasında birikmiş çimenli toprak zeminde akan küçük suyu takip ederek biraz daha ilerledim. Ardından Cin Gölü aşağıda karşıma çıktı. Buradan itibaren birkaç on metre daha kayalık bir inişle devam ettim ve gölün düzüne ulaştım. Son derece yabani, insan ve evcil hayvan izi olmayan bir yerdi. Her taraf ayı ve dağ keçisi izleriyle doluydu. Göl suları da, gölün etrafı da bölgenin korunaklı bir çanak içerisinde bulunmasından dolayı son derece sakindi. Tertemiz suya bakıp “Ulan atlasam mı?” diye düşündüm bir an ama vakit dardı. Gerçi yanıma kafa lambamı ve polarımı almıştım, karanlığa kalmak beni etkilemeyecekti ama yine de suya dalmadan yavaşça geçip gittim yanından. Çok soğuk su yorgun kaslarda kramp riski oluşturur ve bu yorgunlukla suya aniden dalmak her zaman zevkli olamayabilir, tecrübeyle sabittir. Gölün gidegeni kenarları yüksek kaya duvarlarıyla kaplı derin ve dik bir vadi arasından akan küçük bir şelale oluşturuyordu. Bu kayalıkların batı tarafından geçerek yavaş yavaş alçalmaya başladım. Önümde Cimil Vadisi ve Çirmaniman Yayla düzü uzanıyordu. Cimil Dere’sine kaynak oluşturan irili ufaklı pınarlar fraktal desenler oluşturarak vadinin tabanında birleşiyordu. O romantik coşku doldu yine içime ve dudaklarımda patlayıverdi… Başladım bağırmaya: “Hemşin yaylarina, Hemşin yaylarina; gidilur mi karadan oy gidilur mi karadan?” 

Artık vadinin tabanında, dere ile birlikte akıyordum. Sararmış, diz boyuna ulaşmış otlar rüzgarda ritmik bir şekilde tatlı tatlı sallanıyorlardı. Derken Çirmaniman’ın metruk konaklarına ulaştım. Ama bütün enerjimi sömüren çöp ve mangal artıklarını görünce moralim yerle bir oldu. Birkaç dakika o çöplere bakmaktan başka bir şey yapamadım. “Neden? Niçin bırakıp gidiyorlar pisliklerini. Bu şişeyi burada hadi bıraktın neden parçalıyorsun? Neden bu kadar nefret dolusun, bunca gaflete seni sürükleyen şey ne, be hey sefil insan?” Ben ve benim gibi düşünen insanların yaylalara, dağlara yapılan yollara karşı olmamızın sebebi budur işte. Doğaya gerçek anlamda değer veren bilinçli insanların araç yoluna ihtiyacı yok; işin zevkini tırmanmakta, yorulmakta ve el değmemiş yabanda olmakta bulurlar. Araç yolu olmasın, bırak araç yolunu patika da olmasın ben emekleye tırmana çıkarım bu dağlara. Yeter ki bozulmasın, yabana kalsın buralar. Yol olunca iki adım yürümeye erinen, doğa umurlarında olmayan, görgüsüz, eğitimsiz güruh arabalarıyla çimenlere kadar girip; yiyip, içip, sıçıp defolup gidiyorlar. Ne doğa umurlarında, ne yaban hayatı ne çeşitlilik. Tek dertleri o sefil ve tatmin edilemeyen güdüleri ve kendilerini dağlardan da büyük hissettiren o içi boş kibirleri… Bu bölgelere yöre insanı kadar zarar veren başka hiçbir mahluk yok! Ayılardan, kurtlardan, çakallardan endişe etmiyorum hiç, keşke görsem canlı canlı derim. Bilirim ki benim ondan korktuğumdan daha çok korkacak benden. Bilinçli hareket edersem bana bir zararı olmayacak. Ama insan, evet gerçekten yürüyüşlerimde karşılaşmaktan en çok korktuğum şey insan! 

Neyse, Çirmaniman Yayla’daki bu iğrenç görüntü ruh halimi bozdu, eski araç yolundan Salar Yayla’ya yürüyüşüme devam ettim. İlk dönemeçlerde bir iki kişiyle karşılaştım. Esmer orta yaşlı olan ilki kötü kötü bakıyordu ama selamımı aldı ve “Hoş geldin delikanlı.” diye ekledi. İçinde bulunduğum olumsuz ruh hali ile adam hakkında önyargılı düşündüğümü fark ettim. Kötü kötü bakmıyordu, sadece çekingendi, yabancı birini görüyordu o kadar. Ama bir sonraki dönemeçte oturan diğeri selamımı almadı. Aşağı doğru devam ederken biriyle daha karşılaştım, yüzünde bir tebessüm uyandı ve konuşmak istediğini anlayıp “Selamün aleyküm” dedim: 

- Ve aleyküm selam, nerdan boyle hemşerim. 

- Verçenik’ten geliyorum, Kapılı Göller’den. 

- Verçenik’ten!? Yalağuz misen? 

- Evet yalnızım. 

- Ulassağa helalossun. Nerelisen? 

- Çamlıhemşinliyim. 

- Ben da Hemşinliyim. Biz oradan coç etmişiz esçidan. Çayeli’ne yerlemişiz. Ama aslimuz Hemşin’dur. 

- Anladım zaten konuşmandan. Hemşin ağzıyla konuşuyorsun. Cimil’de ve Anzer’de Hemşin kökenli insanlar var baya. 

- He vardur. Sen nerdan cittun oraya. 

- Keğut Dere’den çıkıp Hemşin Tepe üzerinden Salar Aşıtı’na geçtim, oradan At Gölü’ne inip Verçenik’e, oradan da Hemşin Gediği üzerinden Cin Gölü’ne, oradan da buraya. 

- Ulassağa helalossun. Ama ben yalağuz citmezdum. Ayi, yaban cordun mi bi şe? 

- Ayı izleri çok var ama bu sene ayı görmedim hiç. Korkmam ben yabandan, her gördüğümde kaçıyor zaten. Alıştım tek gezmeye, korkulacak bir şey yok pek. 

- Ben citmezdum (gülüyor). Elundeki nedu? 

- Bunlar tırmanışta dizlere çok yüklenmemek için lazım oluyor. Baton diyoruz. 

- Birini alaydun yanine da ne olur ne olmez.

- Ben alışkınım tek yürümeye, hem daha çok keyif alıyorum. Birini çağırsam da hangi manyak gelecek de yürüyecek bu yerleri. 

- (Gülüyor) Yaş kaçdur?

- 31

- E tam zamanidur. Gezeceksen tabi.

- (Bacaklarıma vuruyorum) Bunlar sağlamken, gezmek gerek abi.

- (Gülüyor) Eyi eyi, maşallah cülum sağa, hayde uğurlar ola. 

- Eyvallah abi. Sağolasın. 

Bu güleryüzlü insanla konuşmak, insana dair içine gömüldüğüm karamsarlıktan biraz çıkmamı sağladı ve moralimi tekrar düzeltti. Başköy’e kadar rahat bir yürüyüşten sonra başladığım noktaya ulaştım. Huzur, mutluluk ve hafiflik içinde… Nice sağlıklı yürüyüşlere…


1. Fotoğraf: Hemşin Tepe zirveden (3300m) Çermeşk Vadisinin sonunda bulunan Kara Göller.


2. Fotoğraf: Hemşin Tepe zirveden (3300m) Cimil Dağı Aşıtı (sağ altta) ve Cimil Vadisi (sol altta)


3. Fotoğraf: Hemşin Tepe zirveden (3300m) Keğut Vadisi, Demir Dağı (sağ üstte), Cimil Dağı (Sol altta)



4. Fotoğraf: Hemşin Tepe zirveden (3300m) Çirmaniman Yaylası (orta altta)



4. Fotoğraf: Kızılbel eteklerinden Salar Gölü



5. Fotoğraf: Kızılbel ve Salır Tepe arasındaki aşıtın altından Çimenliliman tepe (en sağda) ve Çamlıhemşin'e geçmek için kullandığım Salır Tepe aşıtı (en solda)



6. Fotoğraf: Salır Tepe Aşıtı'ndan Verçenik (en solda) ve At Gölü (orta altta)



7. Fotoğraf: At Gölü civarındaki düzlükten çekilmiş bir misantropist fotoğrafı, arkada Verçenik :)



8. Fotoğraf: At Gölü ve Verçenik



9. Fotoğraf: Hemşin Gediği yolundan Kapılı Göller'e bakış



10. Fotoğraf: Hemşin Gediğinden Yukarı Korhuni Gölü'ne bakış



11. Fotoğraf: Kolkanlı Aşıtından aşağı Cin Gölü'ne inerken çekilmiş bir fotoğraf, kayalık ve dik bir güzergahtan sonra biraz toprak ve çayır.



12. Fotoğraf: Cin Gölü ve sol tarafta Cimil Vadisi



*Keğut isminden emin değilim. Yerel bir çobandan öğrendim ismini. Keğut Yaylası adında, yürüyüşe başladığım vadiden nispeten uzak, Yediçukur Yayla yakınlarında bulunan bir yerleşim daha var. Onunla karıştırmış olması pek muhtemel değil. 

28.09.2020 • İkizdere

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bu Tatos Dağları'nı Tavaf Ettiğim ve Ayı Saldırısından Nasıl Kurtulduğumdur...

Sû-i Tedbîrimle Yâ Hû

Akıl, Bir Damla Su!..