Çamlık, Vaşa, Sivrikaya... Sis, Pus, Kürtükler ve Huş Tavukları...

"Sözcükler öyle berbat, öyle ilkel ve muğlak makineler ki..."

Frank Herbert


15 Mayıs Cumartesi günü gerçekleştirdiğim o unutulmaz aksiyondan sonra pazar gününü dinlenmeye ayırmıştım. Hafta içindeyse uzaktan eğitim başladığından gün içindeki dersler yürüyüş için zaman bırakmıyordu. Ama çarşamba günü 19 Mayıs olduğundan resmi tatildi! O gün elbette bir aksiyon gerçekleştirecektim. Önceden planladığım Çamlık-Vaşa-Sivrikaya yürüyüşünü o gün için düşünüyordum ama 11’deki çelenk sunma töreninde sunuculuk görevim vardı. Rota tahminen 25 km uzunluğunda olacağından en az 6 saat zamana ihtiyacım vardı. Törenden sonra hızlı davranıp yürüyüş için gereken zamanı yarattım.

11.10’da biten törenden sonra hızlıca eve gelip hazırlandım. Kahvaltımı evde yapıp yol için yanıma bir elma ve biraz yulaf tatlısı ile sıcak su aldım. Hava çok bulutlu gösteriyordu ve merkezden baktığımda kuzey tarafındaki yüksek tepeler bulut içindeydi. Yüzünü bir gösterip bir gizleyen güneş aslında görsel olarak güzel bir hava durumu vaat ediyordu fakat 2900 metrelere kadar yükselen rotayı sis içinde yürümek istemiyordum açıkçası. daha önce görmediğim bir bölge olmasının da bu istekte payı vardı. Yıllardır İkizdere’de yaşamama rağmen Sivrikaya Yaylası’na çıkmamıştım. Çok bilinen, her sene Dağ Horozu gözlem şenliklerinin yapıldığı bir yerdi. Namının bilinmesi beni o bölgeden uzak tutmuş olacak ki, İkizdere’deki muhtemel son günlerime kadar burayı yürümeye yanaşmamıştım. Ta ki bugüne kadar!

            İkizdere'den hızlıca ayrılıp Çamlık’ta yürümeye başlayacağım yerde aracımı park ettim, yine hızlı bir tempoyla bildiğim ve çok sevdiğim yola girdim. Yolun ilk birkaç yüz metresi meskun mahallerden geçtiği için beton zemine sahip. Çok sürmeden toprak zemine geçiyor ve Taşte Mezrası’nın altında bulunan yol ayrımından Vaşa Yayla’sının eski araç yoluna bağlanıyor. Bu yol pek çok yerde akarsu oluklarından geçtiği için sürekli heyelana ve kışın da çığa maruz kalıp bozuluyor. Bundan dolayı yaylacılar Taşte Mezrası’nın hemen yanından yükselen farklı bir araç yolu açtırmış ve bu eski yolu kendi haline bırakmışlar! İyiki de böyle yapmışlar zira yol doğa tarafından geri alınmaya başladığından yemyeşil bir halde şimdi. Bir aracın rahatça sığabileceği kadar geniş bir patika düşünün, etrafı ağaçlarla kaplı yaban bir patika. Yolun Vaşa’ya çıkan bu kısmını ilk gördüğümde yaptığım keşfin heyecanı bütün benliğimi sarmıştı: “İşte gözlere şenlik, ruha huzur veren harika bir yürüyüş güzergâhı!” O gün Vaşa’ya çıkıp Puşula Mezrası’ndan inmiştim. Ne muhteşemdi!

               Bugün ise yine aynı yoldan Vaşa’ya çıkacak sonra Vaşa’nın arkasındaki sırt boyunca kuzeye ilerleyerek Sivrikaya Yaylası’na geçecektim. Taşte Mezrası üzerinden giden yeni yola sapmayıp sağ taraftan devam ettim ve vericinin hemen yanından keskin dönemeci alıp cennet yoluna girdim. Adımlarımı hevesle atıyor, ortamın yabanıllığını her derin nefeste içime çekiyordum. Bu yolun huzurlu ortamında biraz vakit geçirmek istedim ve gölgede kalan bir kayanın üzerine oturup kahve demledim. Yanımda getirdiğim yulaf tatlısını kahve eşliğinde hiç ettim. Toparlanıp yürümeye tekrar koyuldum, karşıma çıkan ilk heyelanlı bölgede akan sudan termosu doldurup kaygan zeminde yan geçiş yaparak ilerledim. Hacet gidermek için yolun sol kenarından ormana girdim. Def-i hacetten sonra tatlı yürüyüşüme devam ettim.

Ağaçların arasından karşı yamaçta, ormanlarla çevrelenmiş ahşap evlerden oluşan Taşte Mezrasının çayırları bulutlarla serinleyip yumuşayan güneş ışığı altında, mayıs yeşiliyle pırıl pırıl parlıyordu. Mezra henüz şenlenmemişti, sadece en alçak evlerden birinin önünde 5-6 küçükbaş otluyordu. Çok sayıda “Z” dönemeçle yükselen yolun manzarası harikuladeydi. Bir noktada, orman sınırının hemen altında, alçalan ağaçların arasından aşağıda Çamlık görünüyordu. Karşı dağlarda ise bulutların başlarını okşadığı yaylalar vardı: Suda, Mehule…

Havanın kararsız olduğu zamanlar görsel olarak en tatmin edici yürüyüşlere imkân verir genelde. Hele sağanak yağmurluysa yüksek ihtimalle muhteşem manzaralar oluşacak demektir. Yağmur havadaki nemi ve pusu koynuna alıp toprağa indirdikten sonra, açılan bulutlar arasında parıldayan güneşin halim ışıkları da ortama eklenince değmeyin manzaranın keyfine! Bu durum tecrübeyle sabittir. Ne zaman yağmura yakalandım ve yürüyüşüm mahvoldu diye yakındıysam havanın açmasıyla birlikte “İyi ki çıkmışım be!” demem bir olmuştur. Hep mi böyle olur peki? Elbette hayır! Haftalarca sisin pusun dağılmadığı, yağmurun dinmediği zamanlar bilirim. Sonuçta Rize burası, yağmurun anavatanı! Ama bu yağmur bağrında nice sürprizleri de taşır her zaman. Hava durumuna baktığımızda günün pek çoğu yağmurlu ama gün batımına yakın bir zamanda parçalı bulutlu gösteriyorsa şölen var demektir, yola çıkılmalıdır!

Bugün de benzer manzaralarla karşılaşma ihtimalim vardı. Hava yağmurlu göstermiyordu sadece çok bulutluydu ama günün yorgun olduğu saatler yaklaştığında parçalı bulutlu olacağı tahmin ediliyordu. Biraz da buna güvenip yürüyüşe çıkmıştım. (Aksi halde bu rotayı yürümek yerine Ayı Çıkmazı keşfimi tamamlayacaktım.)

Yürüyüşüm orman sınırının üstünde, açık manzarada devam ediyordu. Yer yer bulut geçişleri olsa da etraf kapanmıyordu. Derken Vaşa’nın yeşillenmiş eski yolu yeni araç yoluna bağlandı. Geçen sonbahardaki yürüyüşümde olduğu gibi tam bu noktada çantamdaki iri golden elmayı çıkarıp çekirdeklerine kadar indirdim dibine ve yaylaya doğru yürüyüşe devam ettim.

Bu şekilde Vaşa Yaylası’nın ilk yayla evi kalıntısı görüş alanıma girdi.  Evi yeni fark etmiştim ki tam önümden dişi bir huş tavuğu ıslık sesiyle kalkıp ev kalıntılarının üzerinden yamaç boyunca süzülerek gitti. Vaktidir dedim, ayarlarını uzaktan kumandayla bir önceki gün yaptığım tuşları bozuk makinemi çıkarıp boynuma astım. Özellikle Sivrikaya dağ horozlarının (huş tavuklarının) çok görüldüğü bir bölgeydi, mutlaka görüntü almalıydım. Makine boynumda, batonlar ellerimde aheste yükselen yeşil yolu manzarayı izleyerek adımlamaya devam ediyordum ki hava hızlı bir şekilde kapanıverdi. Tamamen bulutların içindeydim artık. Ortamın kararması bulut tabakasının kalın olduğunu ve kolay kolay dağılmayacağını gösteriyordu. Ne gelirse doğadan, başım üstüne diyerek tırmanmaya devam ettim. Vaşa’nın üstünden yükselen sırtı ve Sivrikaya’yı daha önce görmediğimden çok merak ediyordum ama üzülmüyordum da. Bu rotayı tersten yürümeme bahane olurdu en azından.

Yoğun sis içinde yaylaya yaklaşmıştım ki arkamdan bu sefer erkek bir dağ horozu kalkıp sisin içinde kayboldu. "Umarım Sivrikaya yakınlarında sis açılır da şu kuşları biraz görüntüleyebilirim." diye ümitle yürümeye devam edip yayladan çıktım. Cancava ve Homeze (Demirkapı) yaylalarına bağlanan dağ yolundan ayrılıp henüz yeşillenmemiş boz alpin çayırlarının içinde sırt boyunca yükselmeye başladım. Sırttan Verçenik de görülebilecekti ama maalesef sis inada binmiş gözümü kör etmişti. Sırtta yükselmeye devam ederken beni Sivrikaya’ya bağlayacak patikayı buldum. Pus içinde sadece adımlarımın kuru çayırlık zeminde çıkardığı teskin edici hışırtıyı dinleyerek patikada zevkle yürümeye koyuldum. En yüksek noktaya az kalmıştı. O noktadan sonra birkaç kilometrelik düz bir yürüyüş başlayacak ardından iniş gelecekti. Düz parkurun başladığı yerde çantayı indirip emektar polarımı çıkardım ve sırtıma geçirdim. Sis ağırlaşmış, nemini damla damla üzerimde biriktirmeye başlamıştı. Zaten sorunlu olan makineyi de daha beter bozulmasın diye çantaya koydum ve bir taşın üstüne oturup etrafı dinledim. Yine o his! Hiç ses yok! Kesif bir beyazlık ve ketum bir sessizlik. Vakti erdi ki Dersu da geldi…

- Dersu, hoş geldin! Bugün neye borçluyuz şereflendirmeni?

- Ben hep seninle müşerrefim dostum sadece iletişim kurabilmemiz için belli koşulların sağlanması gerekiyor biliyorsun: Huş tavukları gibi, ıssızlık gibi, içinde büyümeye başlayan o saf yabanıl his gibi…

- Evet, gerçekten de o özge hale ulaşmış durumdayım. Hafifledim, gündelik kaygıların hiçbiri kalmadı şu anda. Sessizliği duyabiliyor musun?

- Elbette. Bu dinginlik konuşabilmemizi sağlıyor.

Yer yer arı vızıltılarıyla hafifçe titreyen sessizliği dinledikten sonra sordum:

- Dersu nasıl yaşamalı insan?

- Bak şimdi? Şu cevabı olmayan soruları neden bana soruyorsun? Ben nereden bileyim nasıl yaşamalı insan? Hem bilsem bile bu beni ilgilendirir benim hayatı yaşayış tarzımla alakalıdır. Senin veya bir başkası için pek bir anlam ifade etmeyebilir.

- Senin bilgeliğini takdir ediyorum Dersu! Elbette bu soruların cevabı olmadığını ben de biliyorum. Cevapsız olmaları sanki kötüymüş gibi düşünülür genelde ama ben aslında bunun bir lütuf olduğu kanaatindeyim. Yaşama dair mutlak bir kılavuz yok. Evet, ölümden doğuma herkes aynı yerden başlayıp aynı yere gidiyor ama bu iki nokta arasındaki potansiyel güzergâhlar sonsuz! Bu seçimi neye göre yapmalı, nasıl yaşamalıyız senin fikirlerini öğrenmek istedim. Kısaca ne dersin bana, sence nasıl yaşanmalı?

- Bugün yaylaya gelmeden yediğin elmayı hatırlıyor musun?

- Evet, neden ki?

- Nasıl yemiştin elmayı?

- Çekirdekleriyle birlikte yerim ben, hiçbir şey bırakmam.

- Öyle yaşanmalı derim. Elmayı çekirdekleriyle yer gibi…

- Beğendim bu benzetmeyi! Yani hayatı her yönüyle kabul etmeli, iyisi kötüsüyle elimizden geldiğince tadına vararak yaşamalıyız mı diyorsun? Stoacı ve Epiküros kokusu alıyorum biraz...

- İlle uzun uzun açıklama istiyorsun! Az söz kafidir... Bu tarz analojileri açıklamak büyüyü bozar, lafın tamamı aptala söylenir derler... Ama o ifadeden söylediklerin de çıkacaktır. Ayrıca “Amor Fati” ifadesini zihninde okuyabiliyorum. Hayatın nasıl yaşanması gerektiğine dair yol göstericilerden biri olabilir “Kaderini sev!” mottosu, değiştiremediklerine odaklanmanın hiç bir anlamı ve yararı olmayacaktır.

- Nietzsche’yi de senin kadar severim Dersu, teşekkürler düşüncelerini esirgemediğin için.

- Rica ederim, şimdi yola koyul bence… Islanıyorsun siste!

- Eyvallah…

Sessizlikle hasb-ı hâl ettikten sonra patikayı seyre devam ettim. Arada huş tavuklarının ıslıkları, kanat sesleri geliyordu ama sisten hiçbir şey görünmüyordu. Patika bazı bölgelerde kayboluyor sonra tekrar ortaya çıkıyordu. Bir noktada karşıma kürtük çıktı. Sisten çok belli olmuyordu ama kürtük olduğu kesindi. “Umarım çok dik değildir!” diyerek kürtüğün başladığı yere geldim. Batonların bilekliklerini elimden çıkardım ve sağlam tutuş olması için ortalarına yakın bir yerden tutarak kürtüğe sapladım. Sonra dikkatle ayaklarımın kürtüğe vura vura kısa adımlarla tırmanmaya başladım. Kürtüğün başı belli olmuyordu, sonsuz bir beyazlık içindeydim sanki. Yer,gök her yer bembeyazdı şimdi. Doğrultuyu değiştirmeden stabil bir şekilde eğimi çok olmayan kürtük üzerinde yükselmeye devam ettim ve sonunda toprak zemine ulaşıp tekrar patikaya girdim. Bir noktada düz bir sırttan keskin dönüş yapmam gerekiyordu ama yolu kaybetmiştim. Telefondan haritaya baktım evet, yoldan çıkmışım. Tam aksi istikamete dönerek biraz dik tırmandım, ardından sırta ulaşıp kaybettiğim patikayı bularak yola devam ettim. Yol üzerinde tekrar bir kürtükle karşılaştım, onu da dikkatle geçtikten sonradır ki güzergâhın iniş kısmı başlamış oldu.

İniş sırasında sisin kesafeti azalır gibi olsa da henüz tam olarak dağılacak gibi bir niyeti olmadığı anlaşılıyordu. Ama yayladan çıkıp patikayla yükselmeye devam ettiğim kısımdakinden daha parlak bir ortam vardı, bu da bulut tabakasının inceldiğini güneş ışıklarının daha kolay yayıldığını gösteriyordu. Sis bir süre sonra izin vereceğe benziyordu.

Derken inişin eğimi artmaya başladı. Bir noktada düğün çiçekleriyle kaplı bataklık bir alana geldim. Erimekte olan bir kürtüğün tam dibindeydi. Buradan bata çıka geçtikten sonra Sivrikaya’nın yayla evleri görünmeye ve sis nispeten dağılmaya başladı. Yaylanın içindeki araç yoluna girmeyip eski patikaya tekrar bağlanarak devam ettim. Yaylada şenlik namına herhangi bir şey yok gibi görünüyordu. Burada oyalanmanın da bir anlamı yoktu. Yayla yerleşkesini arkamda bırakıp uzaklaşan patikayı izlemeye devam ettim. Yavaş yavaş bulut sınırının altına iniyordum. Aşağıda derin vadi, yukarıda yer yer güneş ışıklarının aydınlattığı karlı tepeler görülüyordu. Belli bölgelerde kürtüklerle kesilen patikayı sabit bir tempoyla yürümeye devam ettim. Bulutlar yukarıda kaldığından makinenin ıslanma tehlikesi geçmişti ayrıca huş tavuklarının bölgesindeydim, haliyle makineyi çıkarıp hazırda tutarak boynuma astım.

Patikanın keskin bir dönüş yaptığı bir yerde 30-40 metre ötemde erkek bir huş tavuğunu seçebildim. Kamerayı çıkarıp uzaktan kayıt almayı başardım. Kuşu hem yerde hem de uçarken sorunsuz bir şekilde videoya kaydetmiştim. O anki sevincimi tarif edecek kelime bulamıyorum! Makinenin işlevsel bütün tuşları bozuktu, bir elimde makine bir elimde uzaktan kumanda –ki onun da pili bitmek üzereydi– video kaydı almaya çalışıyordum. Uzun odaklı bir lens olduğundan elimin küçük titreşimleri görüntüye katlanarak yansıyordu. Bu durumu asgariye indirebilmek için nefesimi tutuyor, vücudumu kasıyordum. Gerçekten zor bir mücadeleydi ama sonuçta videoyu kaydetmeyi başarabilmiştim! Geçen yürüyüşümde telefonla çektiğim videodan çok daha iyi ve kaliteli olacağını umuyordum. Kuş vadinin derinliklerinde gözden kaybolduktan sonra makineyi tekrar boynuma asıp, ağzım kulaklarımda taban tepmeye devam ettim. Batonlar ellerimi meşgul ettikleri için onları çantaya astım. Artık her karşılaşmaya hazırım, gelin bakalım tavuklar!

Derken bir erkek bireyle daha karşılaştım. Tekrar görüntü almaya başladım. Bu sefer yavaş yavaş yaklaşıyordum. Hayvan varlığımın farkındaydı, tetik duruyordu. Arkasını dönüp karakteristik çatal kuyruğunu kaydetmemi sağladı. Yavaşça yaklaşmaya devam ettim. Gözlerinin üstündeki kırmızılıkları vizörden görebiliyordum ki hayvanın karakteristik bir diğer özelliğiydi bu kırmızı bölgeler. Bu kayıt öncekinden iyi oldu. Derken daha fazla yaklaşamadan kuş havalanıp boşlukta süzülmeye başladı. Havada kuşa netleyerek gözden kaybolduğu ana kadar kayıt almayı başardım. Bugün gerçekten beklediğimden iyi gidiyordu. Ama o mutlu zamanda birazdan yaşayacağım adrenalin dolu anlardan haberim yoktu doğal olarak.

İkinci kaydı da alıp tatmin olmuş bir şekilde yola koyulmuştum tekrar ama karşıma dar ve derin bir vadi çıkınca tadım biraz kaçtı zira vadi kar kürtüğüyle doluydu. Ve kürtük çok çok dikti! Karşıya geçmek için kat etmem gereken mesafe çok yoktu ama bu kadar dik ve sert bir yığının üzerinden yumuşak ve düztabanlı ayakkabılarla karşıya geçmeye çalışmak çok tehlikeliydi. Kaymamak mümkün değil gibi duruyordu. Pazartesi Çamlıhemşin’e gitmiş krampon ve kazmamı alıp arabaya koymuştum. Ama bu yürüyüşte ihtiyacım olacağını hiç düşünemedim! Ama işte şimdi onlardan daha fazla gerekli hiçbir şey olamazdı! Eldeki tek imkan batonlardı! Batonları kürtüğün kenarına saplayıp yığına çıktım. Bir adım attım, ikinciyi atarken kaydım ve sağ kalçamın üzerine, yan şekilde kürtüğe düştüm. Anında hızlanarak aşağı kaymaya başladım! “Parmaklarını sapla, parmaklarını!”, “Topuklarını kullanarak yön ver vücuduna, sağ taraftaki toprak zemine atmaya çalış kendini!” Bu düşünceler zihnimden kelimelere giydirilmeden şimşek hızında geçiyordu. Bu tarz durumlarda paniğe kapıldığımı hiç hatırlamıyorum. Yapılması gerekenleri soğukkanlı ve hızlı bir şekilde gerçekleştirebiliyorum genelde. Bu anda da aynısı oldu. 3-4 metre kaydıktan sonra kürtükten toprağa atabildim kendimi. Şanslı olduğum kısım kürtüğe henüz girdiğim anda düşüp kaymış olmamdı. Kürtüğün ortalarındayken düşseydim çentik vadinin dik kenarlarındaki toprağa gelene kadar hızım çok fazla artacaktı. O durumda da sakatlanmadan toprağa çıkmam, daha da kötüsü kürtüğün bittiği yere kadar durmam çok zor olacaktı. Ucuz atlatmıştım! “Yok, yok çok tehlikeli. Böyle olmayacak bu!” diye düşünerek dar vadinin dik ve gevşek zeminli kenarlarından kürtüğün aşağıda daraldığı yere kadar indim. Toprak üzerindeki bu iniş bile tehlikeliydi. 80 dereceye yakın bir eğimdi söz konusu olan. Ve altta kürtük uzanıyordu! Kayıp düşmemle kendimi tekrar kürtükte bulmam an meselesiydi. Baştan ayağa dikkat kesilmiş bir şekilde kürtüğün daraldığı bölgeye ulaştım ve iki adımda kendimi karşı tarafa atabildim. "Şimdi tekrar patikaya tırmanmam gerek. Ama zemin yine aşırı dik ve gevşek." Batonları sonuna kadar kısıp yere saplayarak tırmanmaya başladım. Tırmanmak inmekten daha kolaydır genelde. En azından daha az risklidir. Vücut ağırlığının kontrolü daha sağlıklı bir şekilde yapılabilir. Tırmanıp patikaya girdiğimde derin bir oh çektim!

- Ya Dersu, gördün mü az daha uçuyordum kısa yoldan aşağı.

- Olur böyle şeyler. Takma kafana işin doğasında var bu. Doğada risk olmadığını kimse söylemedi sana. Hem şu an gayet mutlu hissediyorsun kendini. Adrenalinin yarattığı hissin hoşuna gittiğini görebiliyorum.

- Ne yalan söyleyeyim, doğruya doğru, iyi hissettirmiyor değil. Ama gerçekten çok riskliydi. Umarım bir daha kürtük çıkmaz karşıma.

- Her şeye hazır ol.

Bu adrenalin dolu aksiyonun üzerinden çok geçmedi ki bir kürtük daha çıktı karşıma! Bu seferkinin karşıdan karşıya mesafesi çok fazla ve en az bir önceki kürtük kadar dik. Yanına gittim. Acaba geçebilir miyim diye ahmakça üstüne çıktım yine ama bu ahmaklığın geç olmadan farkına varıp indim kürtükten. Aksi gibi bunun daraldığı bir yer görünmüyordu. Bittiği yer de görünmüyor, gittikçe dikleşerek iniyordu ana vadiye doğru. Yalnız 5-6 metre altta kürtük üzerinde bir yarık vardı. Kenardan o yarığa kadar da 6-7 adımlık bir mesafe vardı. O mesafeyi kaymadan alabilirsem kendimi yarığın içine bırakıp oradan toprak zemine geçebilirdim, onun dışında bu kürtükten karşıya geçmenin başka yolu görünmüyordu. Gevşek zeminde inişe koyulup yarığın hizasına geldim. Ama yok, üzerine çıkamazdım kaymak kaçınılmazdı! Ne yapmalıydı peki? Batonları astığım yerden çıkarıp ikisini bir arada tutarak kazma gibi kullanmak aklıma geldi! Buz kazması gibi değil, bahçe kazması gibi. Ayaklarımı koyacağım yerleri batonlarla hafifçe kazıp, ayaklarıma destek oluşturacak minik basamaklar yapabilir sonra sırayla bunlara basarak yarığa ulaşabilirdim, gerisi daha kolay olurdu. Dikkatlice kazmaya başladım. Önce bir adım, sonra iki sonra üç. Dik kürtüğün üstündeydim artık, en ufak bir denge kaybında vadinin dibini boylamam işten bile değildi. Kürtük üstünde dikkatlice adım yerlerini kaza kaza ilerledim ve kıçımı yarığın üst tarafında kürtüğe yasladım. Sağ ayağımı yarığın alt kenarından destek alacak şekilde yerleştirip güvenliği sağlayarak yarığa girdim. Girdim, girdim de nasıl çıkacağım yukarı! Kürtük bitmiş durumda ama toprağın üstü ince karla kaplı ve aşırı dik hala. Kürtüğün toprakla birleşip inceldiği yerden kar parçaları kopardım. Sert kar parçalarının koptukları yerde toprak zemine dik açılı 7-8 cm’lik yüzeyler oluştu. Batonları toprağa sapladım, ayaklarımı sırayla yeni oluşturduğum basamaklara koydum ve toprak zemine çıktım. 10-15 metrelik hayli dik ve kaygan bir çıkıştan sonra patikadaydım yine… Bir öncekinden daha derin bir “Ohhhh” çekip yürümeye devam ettim.

- Ne diyorsun Dersu! Ben ne Kazbek’te ne Ağrı’da buz üzerinde bu kadar riskli işler yapmamıştım. Ki onlar 5000’lik zirvelerdi. Kazbek’teki Gergeti Buzulu’nda bile bu kadar tehlike hissetmemiştim. Burası daha riskliydi değil mi?

- Katılmıyorum. Ağrı neyse, onun zirvenin hemen altındaki yan geçişi çok tehlikeli değildi ama Kazbek’te ayaklarında krampon, ellerinde buz kazması vardı. Krampon olmadan o dik buzulun üzerinde bir adım bile atamazdın. Burayla karşılaştırılamaz orası. Orada ekipman desteğin vardı. O ekipmanla buraya gelseydin bu kürtükleri toprakta yürüdüğünden daha güvenli bir şekilde geçecek ve unutacaktın. Bugünkü zorluk ekipmanlarının olmamasıydı. Ayakkabıların yumuşak ve düz tabanlıydı. Sert tabanlı dağ ayakkabılarını giymiş olsaydın en azından bu kadar zorlanmaz, kayma riskini yarı yarıya azaltırdın.

- Haklısın, doğru ekipman gerçekten çok önemli. Ama seni öldürmeyen şey güçlendirir. Bu heyecanlı anları asla unutmayacağım.

- Unutmayacağına emin olabilirsin. Seninleyim devam et…

Bu nabız fırlatan dakikalardan sonra bulutlar iyice yukarda kalmış görüş açılmış, çevredeki yüksek dağların tepeleri yer yer güneşle aydınlanmaya başlamıştı. Derken bir huş tavuğu daha gördüm. Yine kayıt almayı başardım. Sonra yayla tarafına doğru dönüp hemen altımdaki yamaca baktığımda birden çok huş tavuğunu seçtim. Vizörden bakıp saymaya başladım: bir, iki, şurada üç bir de yukarıda dört! Her yerdeler mübarekler. O kadar ki artık kayıt almayı da bıraktım. Kuşları izleye izleye patikada devam edip keskin inişe başlayacağım yere ulaştım. Bu noktadan itibaren “Z” dönüşlerle dik bir şekilde iniyordu patika. İnişe başlayacağım yerden aşağıdaki komarlık araziyi izlerken bir huş tavuğu daha göründü. Bu sefer fotoğraf almak için yaklaşmayı denedim ama kuş uçup gözden kayboldu. Sayabildiğim 10 adetti ama fazlasını gördüğüme emindim. Bu yürüyüş de beklediğimden çok çok daha iyi bir şekilde gerçekleşti. Yükseklerdeki sis manzarayı göstermese de asla unutamayacağım anlar yaşadım yine.

Düz sırtı terk edip patika ile birlikte dik vadi yamacını inmeye başladım. Vadinin dibinde, akarsuyun yanında ahır olduğunu düşündüğüm bir iki yapı, onların çevresinde de pek çok büyükbaş hayvan seçiliyordu. Yamacından indiğim vadi doğu yönünde dik bir şekilde yükseliyor, yanyana duran ikiz zirve ile sonlanıyordu. O zirvelerin fotoğrafını cumartesi günü çekmiştim. Zirvelerin arkası Kuruyatak Vadisi'ydi.

Dik patikayı bitirip vadinin dibine, akarsuya yaklaştım. Karşı tarafa geçtim ama bu doğrultuya devam edersem araç yoluna çıkacaktım. Patikalar ise aşağıda, vadinin demin terk ettiğim tarafından devam ediyordu. Ben de tekrar karşıya geçip bir patikaya girdim. Patika yükseliyordu. Ve aşağıda yine bir araç yolu gözüküyordu. En aşağıda ise İspir’e giden ana yol vardı. Belirgin patikadan ayrılıp ana yola doğru çimenlik zemin üzerinden inişe başladım. Asfalta ulaşıp kalan 4,5 km’yi anayol kenarında yürüyerek Sivrikaya köy evlerini, dereyi, yamaç boyunca yükselen ormanları, şelaleleri, karlı ve bulutlu zirveleri izleyerek bitirdim. Araca ulaşıp İkizdere’ye yola koyuldum. Nispeten doğaçlama ilerleyen bu aksiyon da İkizdere’deki hayatımda sona yaklaştığım şu demlerde unutamayacağım anılarım arasında yerini aldı…

 19.05.2021 - İkizdere


Başlıyoruz

Yol manzarası


Yol üzerinden Taşte Mezrası'nın konakları

İkinci kavşak. Buradan sola ve sonrası cennet yolu

Cennet yolu başlıyor...



Ağaçlar arasından Taşte Mezrası

Karşıda Mehule Yayla


Orman sınırına yaklaştıkça manzara açılıyor


Aşağılarda Çamlık

Yer yer heyelanlı bölgelerden geçişler var.

Vaşa'ya yaklaştık, ilk konaklar



Bulutlar çoğalmaya başlıyor



Cennet yolu bitiyor ve yeni araç yoluna bağlanıyoruz.

Vaşa Yaylası'na sisle giriş yapıyoruz


Vaşa Yaylası'nın yukarısındaki sırttan başlayıp güneye doğru devam eden patika




Sivrikaya'ya az kala düzlükte düğün çiçekleri




Sivrikaya Yaylası'na ulaştım

Sivrikaya'dan araç yolu yerine kadim patikalarla ayrılıyorum

Sivrikaya Yaylası arkada kaldı

Patika devam ediyor





Kürtük mü o?

Başa bela dik kürtüklerden batonlarla adım yeri kazarak geçiyorum




Dik iniş başladı, aşağıda ahırlar ve büyükbaş hayvanlar görünüyor

Ve son düzlük asfalt ile devam ediyor...


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bu Tatos Dağları'nı Tavaf Ettiğim ve Ayı Saldırısından Nasıl Kurtulduğumdur...

Sû-i Tedbîrimle Yâ Hû

Akıl, Bir Damla Su!..