Zoraki Rehber

Mavi yaz akşamlarında, özgür, gezeceğim,
Ayaklarımın altında nemli, serin kırlar;
Başakları devşirip otları ezeceğim,
Yıkayıp arıtacak çıplak başımı rüzgar.

Ne bir söz, ne düşünce, yalnız bitmeyen düş
Ve yüreğimde sevgi; büyük, sonsuz, umutlu,
Çekip gideceğim, çingene gibi, başıboş
Doğada, -bir kadınla birlikte gibi mutlu.

Arthur Rimbaud


Bozayı "dalaması"ndan sonra uzun dağ yürüyüşlerine ara vermek durumunda kalmıştım. Normal yürüyüşüme kavuşmam 25 günü bulmuştu. Doku yaralanmaları beklediğimden çabuk iyileşti lakin hayvan bileğimi ısırdığında aşil tendonuma yaptığı baskı gerçekten fazlaymış ki tendonu tam olarak geremiyordum. 25 günün sonunda düz yürüyüşte sıkıntı yaşamıyordum lakin yokuş tırmanışı sırasında tendonda oluşan gerilim acı veriyordu. Bundan dolayıdır ki sezonu kapattığımı düşünmüştüm. Yoğun yürüyüşlerden sonra yaşadığım bu olay 300km hızla giderken yavaşlamaya fırsat bulamadan duvara toslayan bir arabanın durumuna benziyordu. 2 ayda günlük ortalama yürüyüş mesafem 19 km iken olaydan sonra 0'a düşmüştü. Yaz tatilinin 1 ayını uzanarak geçirdim. 

Olaydan bir hafta sonra iyi olduğum, kendime bakabileceğim konusunda ailemi temin edip onları yaylaya göndermiş ve köydeki evde yalnızlığın dibini bulmuştum. Dağlar yoktu! Yaban doğa yoktu! Sadece kitaplar ve denemediğim yemek tarifleriyle vakit geçiriyordum. Zamanla tendondaki acı geçince yaylaya gitme zamanının geldiğini düşündüm. Köyden yaylaya 35 km'lik bir yol vardı. Yürümek istiyordum, fena halde tabanlamak ihtiyacındaydım. Ama yabancı köylerden geçen yayla yolu yüzünden yürüyerek gitmenin pek mümkün olmayacağını da biliyordum. İnsanların tuhaf bakışlarının altında köylerden geçmek itici geliyordu. Teyzemin oğlunun kendi aracıyla yaylaya çıkacağını öğrendiğimde ona katıldım. "Köyleri geçtikten sonra iner kalan yolu yürürüm." diye düşünmüştüm.

Bu düşünce havanın puslanması yüzünden yalan oldu. Başta üzülsem de yolun devamında ormancıların civardaki ağaçları katlettiğini ve yolu en az 30 cm çamura gark ettiğini görmek yürümemekle bir şey kaybetmediğimi gösterdi. Yürüseydim hem yoğun çisede ıslanacak hem de çamura bulanacaktım. Ayrıca ormancıların sebep olduğu yıkımdan dolayı da sövmekten bir hal olacaktım.

Yaylaya ulaştığımın ertesi sabahında civardaki yüksek bir düzlüğe kısa bir tırmanış yaptım. Dastavi adını verdiğimiz bu düzlük mantarlarıyla ve buz gibi suyuyla meşhur bir bölge. Buraya kendi belirlediğim bir rotadan çıkmayı yıllar içinde adet haline getirmiştim. Bıçak sırtı kayalık bir güzergahtan yer yer tırmanarak, uçurumlara sıfır yürüyerek geçiyordum. 

Şeklinden dolayı Lazca Kfa Burçuli (Balta Kaya) dediğimiz doğal kaya oluşumunun hizasından tırmanmaya devam etmiştim. Ama ilk kez kayaların arasındaki boşluklara bu kadar dikkat kesilerek ve sık sık ıslık çalıp bağırarak çıktım burayı. Bozayılara sürpriz yapmak isteyeceğim en son şeydi artık. Ki yaylada uzun yıllardan beri ilk kez ayıların evlere girdiği görülmüş bu yıl. Babam yaylaya ulaşır ulaşmaz ayıların dolaştığını söyleyip beni yürümemem konusunda caydırmaya da çalışmıştı. Ama kendi adıma depresyonla boğuşmaktan daha tehlikeli hiçbir şey olmadığı için bu söylentilere çok da kulak asmadım. (Bu yazıyı yazdığım sırada dayımın aşağı yayladaki (Boğaz Yayla) evine bir ayının girdiğini ve bir yıllık yayla emeğini mideye indirdiğini öğrendim. Hayvanın evi karman çorman etmesi de cabası. Ayrıca ahırdaki otları yayıp kendine yatak yapmış ve birkaç günü evde geçirmiş. Gerçekten bu yıl bozayı vukuatı haddinden fazla görünüyor.)

Neyse kayalık sırtı geçtikten sonra Dastavi'ye ulaşıp iki avuç kadar mantar topladıktan sonra klasik patikadan dönüş yapmıştım. Gün içinde de yaylanın arkasında (kuzey) yükselen Samayile adlı tepeye inip çıkarak vakit geçiriyordum. Sabahları hava açık olsa da öğleden sonra bulut çöküyordu yaylaya. Uzun yürüyüşlere pek fırsat kalmıyordu. Dastavi yürüyüşlerini hemen her sabah yapıyor gün içinde de yine yayla civarında yürüyüş ve tırmanış yapmaya devam ediyordum. 

3-4 gün yaylada kaldıktan sonra kuzenimin düğünü için Yalova'ya geçmemiz gerekti. (Yalova'dayken de ormancılık yapan eniştemin yavrulu bir ayıyla yakın bir karşılaşma yaşadığını ve göğüs bölgesinden 6 dikişlik bir yara aldığını öğrendik. Ayı vukuatları haddinden fazla demiş miydim?) 2 gün süren yolculuktan sonra tekrar Çamlıhemşin'e dönüp yaylaya çıktık. Yine civar bölgelerde kondisyon yürüyüşleri yaparak ve okuyarak günlerimi geçirmeye devam ettim. Sabahları genellikle açık olsa da saat 10 dedi mi yaylanın üzerine bulut çökmeye devam ediyordu. Uzun bir rota planlayamıyordum bu durumdan dolayı.

Derken babam yaylaya Azeri turistlerin geldiğini ve kendilerini gezdirecek birini aradıklarını söyledi. Başta hiç oralı olmadım. Bu coğrafyaya alışkın olmayan insanlara rehberlik yapmak ciddi sorumluluktur zira. Malum mesel burası için de bir hayli geçerlidir neticede: "Ayı çikabilur, taş duşebilur!" Bu sorumluluğu almak istemedim.

Yine rutin yürüyüşlerimden birinden dönmüştüm ki iki Azeri kız kardeşi evde buldum. Gayet kalabalık bir ortamda sohbet muhabbet gırla gidiyordu. Babam misafirlerle tanıştırdı beni. Konuklar "Ayı saldıran adam bu mu?" gibilerinden bir şeyler sordular. (Bu arada yaylada adım "Ayıyla Çarpışan Adam"a çıkmıştı çoktan.) Nasıl bir tecrübe olduğunu anlattım haliyle ortamdakilere. Babam kardeşlerin kendilerini gezdirecek birini aradıklarını laf arasında söyledi ama yoğun muhabbet içinde kaynayıp gitti sözleri ben de duymazlıktan gelip odama kaçtım. Misafirler gittikten sonra babamın sitemiyle karşılaştım. Misafirlerin rica etmeye çekindiklerini, benden beklediklerini, benimse öküz gibi çekip gittiğimi söyledi. "Yürüyemezler benimle. Hem hava kapalı hep." deyip konuyu kapattım lakin ertesi gün babama rica etmişler, "Biz de katılsak bir yürüyüşüne." diye. Babam da tekrar eve davet etmiş. Bu sefer kaçamadım tabi. Sabah altıda kalkmaları gerektiğini ve diğer konular hakkında gerekli şeyleri söyledim. Mesafeyi ve uğrayacağımız yerleri anlattım. Ben böyle söyleyince annem, dayım ve yengem kendilerinin de geleceklerini söylediler. Misafirler gittikten sonra çemkirdim:

- Madem gidebiliyordunuz benden niye bekliyorsunuz, götüreydiniz ya! Ben tamam deyince mi aklınıza geldi?

- Sen rehberlik edeceksin biz geleceğiz peşinden. Sen olmayınca tadı çıkmaz. (Ah canlarım erittiniz beni.)

İş başa düştü tabi. Annem portakallı kurabiye hamurunu bana yoğurtup sobada iki tepsi pişirdi geceye ramak kala! Sabah için hazırlık yapıp yattık. Sabah yanlışlıkla 4.30'ta uyanıp bir saat de yatakta kıvrandıktan sonra giyinip çantayı hazırladım. Güncel hava durumunu kontrol etmek için Samayile'ye tırmanıp internetin çektiği bir nokta aradım. Hem Çamlıhemşin hem Ardeşen hem de Yusufeli için öğleden sonra çok az yağmur ihtimali vardı. Yürüyüşün gerçekleşeceği saatlerde ise parçalı bulutlu bir hava öngörülüyordu. Samayile'den aşağı, Karadeniz tarafı tamamen bulut deniziyle örtülüydü. Güney tarafında dağların üstünde ise taze günün mor aydınlığıyla boyanmış parça pamuk bulutlar asılı duruyordu. Kısaca yürüyüş için ideal bir hava olacaktı. Öğle sularında dönmüş, muhtemel bir yağmuru da atlatmış olurduk. Kendi tempomla 3 saat sürecek bir rota belirlemiştim. Bunu 6,5 saat olarak düşününce bol bol yetecekti vakit.

Samayile'den hızlıca inip aşağıda beni bekleyen yengem ve annemin yanına gittim (Dayım yayla göçü hazırlıklarından dolayı gelmekten vazgeçmişti). Annem çantayı hazırlayıp sırtlanmıştı. Çantayı güç bela sırtından aldım. Kızlara giyim kuşam konusunun önemli olduğunu söylemiştim ama annemle yengem gündelik kıyafetleri ve lastikleriyle geliyorlardı. Yengemin sırtındaki "çanta" çuvaldan bozmaydı! Yüzyıllar boyunca çok daha ilkel koşullarla idare eden insanların yurdunda yetişmişlerdi; böyle görmüşler, böyle alışmışlardı. Şimdi de hallerinden gayet memnundular.

Pansiyona uğrayıp misafileri de peşimize taktıktan sonra yaylanın güneyi boyunca kademe kademe yükselen vadiye doğru yola koyulduk. Hedefimiz Derebaşı Patikası üzerinden Altıparmak Dağı'ydı. Eğer hava müsaade ederse oradan Didingola'nın vadisi boyunca inerek tekrar araç yoluna bağlanıp Koçdüzü'ne döneriz diye planlamıştım.

Araç yolundan ayrılıp vadinin düzü boyunca ilerliyorduk ki 50 metre ileride sağ tarafımda iri bir Sivaslının bizi kestiğini gördüm. Arkamdan gelen grubu uyarıp köpeğin birazdan yanımıza geleceğini, paniğe kapılmamalarını, havlayıp üstümüze gelirse asla kaçmamalarını söyledim. "Hiç oralı olmayın, yürümeye devam edin!"

Annem evlenene kadar hayatını yaylalarda geçirmiş biriydi. 7 yaşında inek sağmaya, 11 yaşında tek başına 5 büyükbaşlık sürüyle yaylacılık yapmaya başlamıştı. 13 yaşında çobanlık yaparken elde çoban değneği ayakta kara lastik ile Altıparmak'ın zirvesine bile çıkmış koca yürekli delişmen bir Kaçkar kadınıydı. Ona köpek konusunda ne yapması gerektiğini söylemeye ar ederdim ama yengem ve kızlar panik yapabilirdi. Önüme geçmelerini söyledim. Köpek de ayağa kalkmış bize yaklaşıyordu. Havlamaması, kuyruk sallamaması canımı sıkmadı değil. Bir süre bizimle paralel yürüdü sonra kuyruğu hareketlenmeye başladı. "Tamam" dedim "Rahat olun, arkadaş bir süre yarenlik edecek bize." Köpek dost canlısı çıktı hatta bir süre sonra oynama arzusuyla etrafımızda dört dönmeye başladı. Köpekle oynayıp yürümeye devam ederken arada ıslık çalmayı ihmal etmiyordum zira sabahın erken saatinde ayı arkadaşlar aktif olabilirdi.

İlk düzlüğü aşıp ikincisine ulaşmıştık ki köpek burnu yerde seri bir şekilde etrafta dolaşmaya başladı. Yabancı bir koku aldığı belliydi. Hayvan öyle heyecanlanmıştı ki kokunun peşinde vadinin karşı yamacına gidip geldi bir hamlede. Yaban doğada evcil hayvanlarla dolaşmanın ne kadar tehlikeli olduğunun bilincindeydim lakin hayvana laf anlatmak mümkün değildi. Bizimle tırmanmaktan vazgeçmiyordu. Bir süre sonra sakinleşip tekrar bizimle seyretmeye başladı.

Vadiyi yarılamıştık ki grup dinlenmek istedi. Özellikle annemin durumuna dikkat ediyordum. İki kanser, defaatle ameliyat geçirdiği halde bu zor coğrafyada yürüyebiliyordu. Ama yine de arada dinlenmesi kendini çok yormaması gerekliydi. 

Vadinin doğu duvarından yüzünü gösteren günün körpe ışıkları üzerimizdeydi şimdi. Yayla yerleşkesinin kuzeyinde yükselen Samayile güneşle boyanmaya başlamıştı. Onun da arkasında ise bulut denizi morlu pembeli bir tül gibi ağır ağır dalgalanmaktaydı. Samayile'nin orta kısmına 18 yıl önce turistler tarafından taşlarla yazılmış devasa yazı çok net okunabiliyordu buradan: "DAĞLAR" diyordu dizili taşlar "SEVDAMSIN!"

Dinlenceden kalkıp tırmanmaya devam ettik. Aşıta yaklaşmıştık ki mantarlarla karşılaştık. Görebildiklerimizi toplayıp yanımıza aldık ve vurduk aşıtın üstüne. Buraya kaçıncı çıkışım, bu manzarayı kaçıncı görüşüm bilmiyorum lakin her defasında ilk görüşümmüş gibi büyüleniyorum. Benim ardımdan gelip manzarayı gören misafirler de etkilendiler görüntüden. Ben durmuş dağları izlerken benim sanki ilk defa görüyormuş gibi izlediğimi söylediler. "Aşk böyle bir şey işte!" dedim. Misafirlere gördükleri zirveler hakkında bilgi verdim: "Şu anda Kaçkarların ana zirvelerinin hepsi görüş alanınızda: Karşımızdaki Altıparmak Dağı, 3495 metre, kısa bir süre sonra onun karşısında olacağız. Hemen şuradaki Kemerli Kaçkar, eski ismiyle Kındevul, Türkçe ismi zirvenin hemen altındaki granit hattından geliyor, Kuşaklı Kaçkar da derler, 3511 metredir. Şu ilerideki büyük kütle ise Kaçkar silsilesinin en yüksek doruğudur, ismi Kavrun, irtifası ise 3937 metre. En batıda, ufuk çizgisinde puslu bir şekilde seçilebilen üçlü zirve ise Verçenik'tir. Bana ayının saldırdığı noktaya yakın. Kaçkarların ikinci yüksek doruğudur, Türkiye'de klasik rotada tırmanışı en zor dağdır, 3711 metre." 

Kendimi rehberliğe kaptırıp verdiğim bilgilerden sonra Derebaşı patikasına doğru yürümeye devam ettim. Gruba aşağı düşmemelerini patikanın başlarda belirsiz olduğunu, aşağı düşersek bulmakta zorlanacağımızı söyledim. Komarlar arasındaki boşluklardan bir süre yürüdükten sonra patikayı aşağıda görebildim. 15-20 metrelik bir inişten sonra kadim patikanın üzerindeydik artık. Grubun yavaş temposuna ayak uydurmakta zorlanıyordum. Açık ara yaptığım en rahat yürüyüşlerden biri oluyordu. "Tek olsaydım şimdiye kadar Altıparmak'ın önüne varmıştım." diye geçirdim içimden.

Arada ıslık çalarak patika boyunca yürümeye devam ettim. Grup biraz arkamda kalmıştı. Köpek de önden gidiyordu. Tepelerden azat olup yamaç boyunca komar yapraklarını gölgelerden kurtaran yumuşak gün ışığı köpeğin boz-sarı tüylerinde patlıyor puslu dağ manzarasının fonunda harika bir kadraj oluşuyordu. Fotoğraf makinemi çantanın derinliklerinden çıkarmaya üşendim. Telefonla bir iki kare alıp anı ölümsüzleştirdim.

Biraz daha ilerledikten sonra arkamı dönüp grubu kontrol ettim. Vadinin alt kısımları bulut deniziyle kaplıydı. Grup patika üzerinde yürürken dalgalanan bulutlar güzel bir arkaplan oluşturuyordu. Bu sefer makineyi çıkarıp bir iki fotoğraflarını aldım. Grup yanıma gelince makineyi boynuma asıp tekrar yürümeye koyuldum. Bir süre sonra patika üzerindeki ilk puğara (pınar) ulaştık. Burada biraz oturup grubu dinlendirdim.

7-8 dakikalık moladan sonra yola devam ettik. Patikanın dallanıp budaklanarak silinmeye yüz tuttuğu bölgeye gelip biraz dengesiz yürüyüşten sonra tekrar ana patikaya ulaştık. Dağın yaklaştığı taşlık bir bölgede ince düz taşlardan yapılmış oturakta tekrar durduk. Grubtakilerin fotoğraflarını tek tek çektim. Özellikle annemin fotoğrafı harika oldu. Heidi büyümüş 54 yaşına gelmişti sanki. Köpek de poz verir gibi gidip yanına oturmuştu. Arka planda puslu dağlar kafada hasır şapka ile harika bir kadraj oldu. Son olarak kendi fotoğrafımı da anneme çektirmek istedim lakin yönergelerimi pek anlamak istemiyordu. Misafirlerden biri ben çekmek isterim deyip makineyi aldı. Onun da yanına gidip makineyi nasıl kullanacağını anlattıktan sonra tatmin olduğum bir iki hatıra fotoğrafına kavuşmuş oldum ben de.

Artık dağa az kalmıştı. İki kayalık noktayı daha geçtikten sonra doğuya yönelip yamaç boyu yükselecek ve dağı tamamıyla karşımıza alacaktık. Öyle de yaptık. Dağ bütün heybetiyle karşımızda duruyordu şimdi. Burada oturup biraz soluklanmalarına izin verdim. Misafirler hayatlarında ilk kez gördükleri muhteşem bir manzaranın karşısındaydılar. Sürekli fotoğraf çekiliyorlardı. Dağın eteğinde, aşağıda Dadala Pansiyon görüş açımızdaydı. Pansiyonun etrafında 4 at ve bir düzine büyük baş seçilebiliyordu. Aşağıdan bizi fark edip havlamaya başlayan bir Sivaslı vardı. Bize eşlik eden köpek de onun farkına varıp hızlıca aşağı doğru koşmuştu. Pansiyondan gelen köpek bize doğru baya tırmandıktan sonra üşenmiş olacak ki tırmanmayı bırakıp geri döndü.

Molaya bitirip kayalık yamaç boyunca yan yan tırmanmaya devam ettik. Bu noktadan itibaren çimenlik azalıyor kayaların yoğunluğu artıyordu. Misafirlere bastıkları yerlere dikkat etmelerini, kayaları yoklayarak ilerlemeleri gerektiğini söyledim. Basit bir burkulma bile başımızı ağırtabilirdi bu noktada. Ben yamacın kayalık sırtına çıkmayı düşünmüyordum. O bölgede ilerlemek alışkın olmayanlar için riskli olabilirdi ama annem oraya çıkmaktan yana olduğunu söyledi. Ben de tamam dedim. Dik bir şekilde tırmanıp bıçak sırtı bölgeye ulaştım. Nispeten çimenlik bir yerde çantayı sırtımdan indirip grubu beklemeye koyuldum. Kuzey tarafında Kaçkar ve Lelvan Gölleri ile Didingola Yaylası görüş alanımdaydı şimdi. Grup da yanıma gelince burada oturup yemek yemeye karar verdik. Annem evdeki bütün nevaleyi getirmişti sanki. Acıkmış 10 kişiyi rahat doyurabilecek kadar erzak mevcuttu. Geceden yaptığımız portakallı kurabiyeler de cila olacaktı. Saat erken olduğundan ben pek acıkmamıştım ama diğerleri kallavi bir öğünü hiç ettiler. Köpek de kurabiyelerden ve ekmekten nasibini aldı.

Yemek işini de hallettikten sonra kayalık sırt boyunca ilerlemeye devam ettik. Annem coğrafyanın uzmanıydı, ondan yana sıkıntım yoktu. Ama misafirler ve yengemden endişe ediyordum. Neyse ki sağ sağlim aşıta varabildik. Gruba 3089 metre irtifada bulunduğumuzu söyledim. Doğu tarafında Dua Tepe ve altta Ambar Gölü harika bir manzarayı şekillendiriyordu şimdi. Grup burada tekrar oturup sohbet ve dinlenceyle vakit geçirdi. Artık rotamız iniş olacaktı. Gruba rotanın Ambar Gölü üzerinden Eğrisu Yaylası'na inilerek uzatılabileceğini söyledim. Bu şekilde yürünürse yolun da 10 km uzayacağını inişin de zor olacağını belirttim. Tabi sadece belirttim, bu grupla o rotayı yürümek çok uygun olmayacaktı.

Bu kısa bilgilendirmeden sonra inişe geçtik. Didingola Vadisi'ne inmeye başladığımız kısım hayli dikti. Ben Sivaslıyla birlikte önden hızlıca iniyordum annem arkamdan geliyordu ama misafirler ve yengem yavaş yavaş ilerliyorlardı. Rotayı Kaçkar Gölü'nün yakınlarından geçirecektim. Ufak pınarlardan su içip kısa dinlencelerle düzlük bölgeye ulaştık. Burada gözüme takılan mantarları topladım. Kaçkar Gölü'nün güneyinde yükselen sırtta keçi sürüsü otluyordu. Onların üstünde kahvaltı yaptığımız bölge görünüyordu. Derken bir Sivaslı havlamaya başladı, bizim Sivaslı da karşılık verdi. Misafirlerden biri irileşmiş gözleriyle bana bakarak "Ayı mı?" diye sordu. Güldüm ve endişelenecek bir şey olmadığını, çoban köpeği olduğunu söyledim. 

İnmeye devam ettik ve taş babalarla belirginleştirilmiş güzel bir patika bulup takip etmeye başladık. Yavaş yürümeye çalışsam da ara yine de açılıyordu. 

Altıparmak'ın arkasından yoğunlaşan gri bulutlar yağmurun yakın olduğunu gösteriyordu. Gruba artık dinlenmeden yürümemiz gerektiğini yağmur yağabileceğini söyledim. Basamaklı küçük düzlüklerden geçerek kıvrılan patikayı sonuna kadar takip edip Didingola'ya ulaştık. Buradan itibaren araç yolunda devam ettik. Araç yolunun yukarısında ona paralel olarak ilerleyen kadim patikaya misafirler girmek istemediler. Çok taşlı olduğunu ayakkabılarının ayaklarını acıttığını söylediler. Haklılardı! Giydikleri ayakkabılar yürüyüş sırasında açılmıştı bile. Bu coğrafyaya hiç uygun değillerdi. Bundan dolayı ben de o harika patikada yürüyüşü tamamlama konusunda ısrarcı olmadım. Yürümeye devam ederken gök gürüldemeye başladı. Araç yolunun yarısını katedip Samayile'yi görüş alanımıza aldığımızda babamın araçla beklediğini gördüm. Gök gürültüsünü duyup ıslanmamamız için bizi almaya gelmişti. Ben araca binmedim, yürüyüşü tamamlamak prensip meselesidir. En azından çantayı bagaja atmamı söyledi onu da reddedip yoluma tek başıma devam ettim. 

Benim için çok yavaş bir yürüyüş olduğu için biraz zorlamak adına yoldan ayrılıp Samayile'ye yöneldim ve tempomu hızlandırıp durmadan zirveye kadar çıktım. Orada biraz oturup zirveden indim eve ulaştım...

Bu rahat dağ gezintisi de böylece anılarım arasındaki yerini almış oldu...


08.25.2021 - Kaçkar Koçdüzü Yaylası
























































Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bu Tatos Dağları'nı Tavaf Ettiğim ve Ayı Saldırısından Nasıl Kurtulduğumdur...

Sû-i Tedbîrimle Yâ Hû

Akıl, Bir Damla Su!..