Verçenik'te Filozofi...

"Bu yıldızlı gökler,

Ne zaman

Başladı dönmeye?

Kimse bilmez,

Kimse bilmez!"


Ömer Hayyam


"Gökyüzü, yaşadığımızı hatırlatır. Uzaklaştığımız gerçekliğe döndürür bizi."


Ufuk S. Yüksel (Enjolrasx)



İkizdere yıllarımın kazanımlarından eski ev ve iş arkadaşımla önceden yüzeysel olarak planladığımız kamplı yürüyüş etkinliğinin ilk ayağı Verçenik Kapılı Göller rotası oldu. Yusufelili, dağlara aşina olan ve taşa basmayı bilen bir partnerle dağlarda eğlenceli vakit geçireceğimi biliyordum. Benim henüz gerçekleştiremediğim epik solo yürüyüşümden haberdar olan ve heyecanımı paylaşan arkadaşımla o muhtemel yürüyüş öncesi yaklaşık 3 günü içine alan 33 kilometrelik döngüsel bir rota planlamıştık önceden ama şartlar o yürüyüşü gerçekleştirmeye elverişli olmadığından Kaçkarların en klasik mekanlarında iki ayrı kamplı yürüyüş yapmaya son anda karar verdim. Böylece partnerim de Kaçkar doğasını kalbinden tanımaya adım atmış olacaktı.


Eski bir dostu Trabzon'da ziyaret edip Maçka'da harika ve adrenalin yüklü iki gün geçirdikten sonra Çamlıhemşin'e gelip hazırlıklarımızı süratle tamamlayarak Verçenik'e doğru yola koyulduk. Bulutsuz çırılçıplak bir geç sabah saatinde aracı yayla yerleşkesine yakın, uygun bir noktada bırakıp adımları serin ve yumuşak toprağa vurmaya başladık. Uzaktan uzağa, yayla hayvanlarının munis çan sesleriyle şenlenen vadide, kadim patikayı seyretmeye devam ederken yakından takip eden arkadaşıma civar coğrafyayı ve buralarda yaptığım münzevi yürüyüşleri, tımandığım zirveleri anlatıyordum. Genellikle yalnız yürümeyi sevdiğim halde bana fiziksel ve mental olarak ayak uydurabilen güçlü bir yürüyüşçüyle taban tepmenin ne kadar keyifli olabileceğini deneyimliyordum o an. 


Büyük bir iştahla konudan konuya atlayıp kafa şişirirken patikanın ilerisinde parlak renkli kıyafetleri ile iki yürüyüşçünün ilerlediğini fark ettim. Hafta sonu olması ve havanın çok uygun olması dolayısıyla göller civarının yalnız kalmaya izin vermeyecek kadar kalabalık olmasından korkuyordum. Bu ikiliyi görmek endişemi körükledi. Olmazsa Kapılı Göller'den vazgeçip civardaki bir diğer göl bölgesi olan Sulak Gölleri'nin yanına gidebileceğimizi düşündüm. Biri yaşlı diğeri henüz çocuk olan yürüyüşçülere yaklaştığımızda yaşlı olan selam verdi. Kapılı göllere gidip gitmediğimizi sordu, onayladım. Samsun'dan geldiklerini öğrendikten sonra onları geçip Kapılı Göller'in dik gidegenine doğru kayalık yamaç boyunca yükselmeye başladık. 


Kara kayaların arasından köpük köpük düşen göl suyuyla sulanıp serinledikten sonra son dikliğe vurduk bacakları. "Ha gayret az kaldı!" derken göllerin yükselen günle koyulaşan maviliğine vasıl oldu gözlerimiz. Bölge sakin ve tenhaydı. Korkum boşa çıkmış, rahatlamıştım. Şahin duruşlu Verçenik'i izleyerek iki gölün arasındaki sığ derenin doğu tarafında indirdim yükümü yere ve çadırı kurup yerleşmeye başladık.


Önce nemli toprağı örten kuru çayırın üzerine, toprağa gömülü bir kayayı yastık yapıp uzanarak dinlenmeye koyulduk ama sert gün ışığı aman vermediğinden çadıra girdim. Karşılıklı iki pencereyi serbest bırakıp serin dağ havasının çadırdan geçmesini sağladım. İçerisi dışarıdan daha rahat olduğu için çadırda dinlenmeye devam ettik. Bu arada diğer yürüyüşçüler mekana ulaşmış; derenin karşı kıyısına, son göle yakın kuytu bir konumda çadırlarını kurmuşlardı. Bizim gibi onlar da yalnız kalıp kafa dinlemeye teşne idiler.


Gün öğleye yaklaşıp, semadaki yüksek makamına oturmaya hazırlanırken partnerime Hemşin Gediği'ne doğru yürüyüşe başlamamız gerektiğini aksi halde geç olacağını söyledim. Hazırlıkları yapıp yürüyüşe geçecektik ki arkadaşım iyi hissetmediğini söyledi. Akut dağ hastalığının tipik belirtilerini gösteriyordu. Berbat bir kusma hissi ve muhtemel bir ishal söz konusuydu. Termostan sıcak su ayarlayıp yavaş yavaş içmesini tavsiye ettim ama su boğazından güçlükle indi. Kuru ekmek ve suyu yavaşça tükettikten sonra kısa sürede eskisinden daha iyi hissettiğini, yürüyüşe başlayabileceğimizi söyledi. 3-4 dakikalık sürede kan ter içinde kalmış, korkulacak bir şey olmadığı konusunda kendisini rahatlatmaya çalışmama rağmen gayet doğal bir şekilde sağlığından endişe etmişti. İnsan duygularının değişkenliği ve düşünceler üzerindeki etkisi üzerine sohbet ederek göl yakınındaki patikayı takibe koyulduk yavaş adımlarla. Bir yandan da göle atlamaya uygun bölgeleri dönüşte uğramak üzere belleğimize kaydediyorduk.


Urkekliklerin kaya duvarlarına çarparak boğuklaşan epik çığlıkları kulaklarımızda, sekilenen göller arasından yılan misali dolanan patikayı işaretleyen taş babaları takip ederek geçide doğru yükseliyorduk. Bölgeyle henüz ünsiyet kuran arkadaşım mekanın büyüsüne kapılmış haldeydi. Arada hatıra fotoğrafı çekerek geçide yaklaştık. Doğu tarafındaki sivri zirvenin altında oyalanıp aşıtın üstüne çıktık. Güney taraftaki dağların puslu fonunda Korhuni Göllerinin en büyüğü çivit mavi parlıyordu şimdi aşağıda. Geçen yaz yaptığım münzevi yürüyüşlerin geçtiği yerleri, tam bulunduğumuz noktada botumun nasıl parçalandığını, yakın zirvelerin arasındaki kayalık geçitlerin nereye yol verdiğini vs anlatıyordum. Derken dönüşe başlayıp nispeten aynı güzergahı kullanarak çadıra ulaştık. Yüzmek için hazırlık yapıp önceden belirlediğimiz kayalık bölgeye geldik. Soyunup atlayacağım kayanın üzerine çıktım. Su tabii ki soğuktu ama ayağımla yokladığımda keskin bir soğukluğu olmadığını düşündüm. Kendimi hazır hissettiğimde hafifçe daldım suya. Suya girdiğimde bedenimin ayağımla aynı fikirde olmadığını anladım. Billur suyun ezici soğukluğunu göğsümde hissettim ilk. Sonra bulunduğu yerden kurtulup bacaklarım boyunca ilerleyerek gölün derinliklerinde kaybolmak isteyen şortumun arzusuna engel olmak için aceleyle ayaklarıma uzandım ve şortu olması gereken yere çektim. Kafamı yüzeye çıkarıp suyun üstüne kalmaya çabaladım. Suyun soğuk baskısı göğsümdeyken nefes almakta zorlanıyordum. Ciğerlerime seri bir şekilde çektiğim hava hemen dışarı çıkmak istiyordu. Derken uzak olmayan kayalara doğru bir iki kulaç atıp dışarı çıktım. Arkadaşımdan şortunu ödünç alıp suya düzgün bir şekilde daldım ve tekrar kayalara yüzüp dalma sırasını arkadaşıma bıraktım.


Serin su bütün yorgunluğu çekip almış, muhteşem bir hafiflik hediye etmişti bize. Ağzımız kulaklarımızda çadıra dönüp yemek yapmaya koyulduk. Haşladığımız boncuk makarnayı bir poşette süzerek tereyağında kavurduk. Üzerine ince doğranmış kaşar ekleyip bir güzel erittik ve hazırlanan yemeği, ona birkaç dakika olsun gün yüzü göstermeyip hiç ettik. Çay yanında fındık fıstık ile demlendik yumuşayan günün hafif dokunuşları eşliğinde.


Sohbet edip çay içerek akşamı getirdik yanı başımıza. Kamp alanımızın arkasındaki kayalıklara çıkıp oturduk. Felsefe, bilim, yaşamın anlamı gibi alengirli konularda atıp tutarak vakti akıtırken gölgeler kararmaya, hava serinlenmeye ve tepemizde yıldızlar pıtırdamaya başladı yavaştan. Sonsuz boşluğa, hiçliğin neliğine, var olmanın şans olup olamayacağına dair muhabbetimiz derinleşip devam ediyordu ki komşu kamp tarafından ses geldi:


"Arkadaşlar, uyuyamıyoruz!"


Hemen cevap verdim:


"Pardon!"


"Tamam, iyi akşamlar!"


"İyi akşamlar!"


Arkadaşım "Ulan dağ başında bile rahat yok!" diye hayıflandı. "Sen uyuyamıyorsun, e biz de konuşamıyoruz ne olacak şimdi?" derken sesimizin hacmini daraltarak sohbete devam ettik. Uzandığım eğimli kaya gün boyunca biriktirdiği ısıyı bedenime aktarırken iyice kararan gökte titreşen sayısız yıldızı izliyordum. Arada, sonsuz siyahlığı kızıl yangılı bir parıltıyla bir anlık da olsa çizen meteorlar, yavaş ama kararlı bir şekilde ilerleyen uydular, kelebek misali savruk bir güzergah izleyerek parlayıp yok olan ne olduğunu anlayamadığımız gizemli nesneler, uçakların tekdüze yanıp sönen ışıkları vs kozmik seyirliğin sürprizleriydi. Yıldızlar ve karanlıktan başka hiçbir şey görüş alanıma girmiyordu o an. Şehir ışıklarının gözümüzü kör eden buğulu parlaklığından uzakta, gök alçalmış; milyarlarca kristal parçadan oluşan bir avize gibi üzerimizde pırıldıyordu. Bildiğimiz gök cisimleri ve takım yıldızlardan da bahsedip çadıra döndük. Arkadaşımın aksine ben rahatsız ve yüzeysel bir uykuyla yetinmek zorunda kaldım. 


Sabah 8 oldukta toplanmaya başladık. Komşular sırra kadem basmışlardı bile. Kahvaltı için erken olduğundan, o işi yolumuzun üzerindeki Trovit Aşıtı'nda yapmak üzere öteleyip dönüş yoluna koyulduk. İnekler aheste aheste vadiyi çıkarken biz de tükettik yayla patikasını. Aracı emanet ettiğimiz yerde kendi araçlarının yanında kahvaltı yapan bir çiftle karşılaşıp ayak üstü biraz muhabbet ettikten sonra aracımızla terk ettik canım Verçenik'i. Şimdi hedef buzul vadilerini aşarak ilerleyip Kavrun'a ulaşmaktı. O da bir sonraki yazının konusu.


01.08.2022 - Mekaleskirit/Çamlıhemşin









Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bu Tatos Dağları'nı Tavaf Ettiğim ve Ayı Saldırısından Nasıl Kurtulduğumdur...

Sû-i Tedbîrimle Yâ Hû

Akıl, Bir Damla Su!..