Döndük Dolaştık Gene Geldik Ombole'ye*

Uzvumun hüneri,

Yüreğimin arzusu...


*Koçdüzü Yaylası ile Ombole (Yukarı Kaçkar Yaylası) komşu iki yayladır. Rivayet oldur kim bir grup Laz; sisli havada hayvanları ararken, Koçdüzü'nden Avusor'a geçerken vs. kaybolur ve Ombole civarında yollarını aramaya başlarlar. Dönüp dolaşıp sürekli aynı yere gelen yörem insanlarından ismi mechul bir tanesi "Döndük dolaştık gene geldik Ombole'ye!" der. Doğrudur, yanlıştır bu fakir bilemez, raviyana zeval olmaz. Bu söz bir sonuca varmayan kısır muhabbetler için kullanılan bir atasözüne dönüşmüş durumda. Bizim yolculuğumuzda ifadenin mecazı değil gerçek anlamı geçerlidir efendim. Geçelim...


Fotoğraf amaçlı olarak önceden planladığımız etkinlik için Trabzon'dan toplanıp gelen ihtiyar arkadaşlarımla Çamlıhemşin'de buluştuktan sonra onlara Ambar Gölü'ne ulaşım için alternatif güzergahları ve bunların özelliklerini sundum. Huser'den aşıp araçla Ombole Yaylası'na gidip orada aracı bıraktıktan sonra Ambar Gölü'ne yürümenin kolay olacağı konusunda mutabık kaldılar. Öyle olsun deyip koyulduk yola. 1990 model çift kapılı Mitsubishi Pajero ile Avusor ve Huser yayla yollarını sırt çantalarıyla altlı üstlü çalkalanarak tükettikten sonra Tar Vadisi'nin ormanla birleştiği orta noktasından Ombole'ye giden araç yolu'na(!) saptık. Yaylacıların kendi maddi imkanlarıyla açtırmaya çalıştıkları yol berbattan da öte bir durumdaydı. Eski tip arazi şanzımanlı 4x4 çekiş sistemine sahip aracı kırmamaya özen göstererek kayaların üzerinde zıplaya zıplaya ilerledik. Bir noktada yol çatallandı. İki taraf da aynı korkunç zemine sahipti. (Bu iki yolun yaklaşık 100 metre sonra birleştiğini ve yolun nispeten düzeldiğini derenin karşısında yükseldikten sonra fark ettik.) Yaylanın yakın olduğu, yürüyüşün çok da zorlamayacağı konusunda anlaşarak ihtiyar aracı çatalın orta yerinde uygun bir yerde dinlenceye bıraktık. Yüklerimizi sırtlanıp derenin karşı tarafına geçerek tabanları yumuşak alpin çayırlarıyla örtülü zemine vurmaya başladık.


Benden yaşça epeyi büyük dostlarımın kalenderce şakalaşmaları eşliğinde sık sık durup fotoğraf çekilerek Ombole'nin kadim konaklarına ulaştık. Evlere henüz yaklaşmıştık ki sert yayla güneşiyle kavrulup bozarmış paspal kıyafetli dinç bir adam bize doğru yaklaşmaya başladı. Grubun en cana yakın, insancıl üyesi abimiz hemen adama selam verip cevabı bildiği halde buranın Ombole olup olmadığını sordu. Adam öyledir de sen Ombole ismini nereden biliyorsun dedi. Ben muhabbete dalıp


- O da benden dolayı biliyor, dedim.

- E sen nerdan bilirsen?

- Yabancı değilim, bu sırtların arkasındaki Koçdüzü Yaylası'ndanım, Mekaleskirit Köyü'nden.


İsimler, memleketler, meslekler derken muhabbet hafiften koyulaşmaya başladı. Derken kendimizi eski taş konağın avlusunda Şenol Abi'nin hazırladığı masada oturur konuşurken bulduk. Şenol Abi'nin 69 yaşında olduğunu öğrenip, yaşına rağmen sahip olduğu dinç görünümüne karşı küçük bir şok yaşadıktan sonra bize ikram edilen süzme yoğurttan ayranları büyük bir zevkle hiç ettik. Biz oturur sohbet ederken derenin karşı yakasındaki ineklerin yanından yaşlı bir teyze gelip bize katıldı. Onunla da tanışıp hemhal olduktan sonra (ismi Hanife'ydi) Şenol Abi'nin demlediği çay ve yanımızda getirdiğimiz pide ile plansız bir ara öğünü mideye indirdik. Tatlı muhabbetle çok vakit kaybettiğimizi fark edip yola koyulmaya hazırlandık ve yaylayı terk edip Altıparmak'ın haşin duvarına doğru yürümeye devam ettik. Grubun iki göbekli üyesinin kondisyonu bu coğrafyaya pek uygun olmadığı için onların yavaş temposuna ayak uyduramıyor, sık sık durup bekliyordum. Derken Bülent Abi sordu:


- Bayram, şu sırttaki taş babalara doğru tırmansak onun arkasından devam etsek olmaz mı? Zaten çıkacağımız irtifa aynı bari şimdiden çıkalım. Yolu uzatmayalım.


Açıkçası şaşırmıştım. Bülent Abi'den böyle bir teklif gelmesini hiç beklemiyordum:


- Abi o babaların olduğu yer çok kayalık, buradan görüldüğü gibi değil. Hem onun arkası senin düşündüğün gibi Ambar Gölü'ne değil, Didingola Vadisi'ne iniyor. Oraya çıkarsak kayalık bıçak sırtı güzergahta kolay olmayan bir yürüyüş yapmak zorunda kalırız. Madem böyle zoru göze alabilecektiniz neden bizim yayladan (Koçdüzü) göle yürüyüşü uzun olduğunu söylerek gözardı ettiniz? Çok daha rahat olurdu! Neyse, bahsettiğin dikili taşların altında görülen şu dik kayalık bizim yayladan gelen patikanın geçtiği kapılardan biri. Buradan yan yan tırmanarak o patikaya bağlanırsak oradan Lelvan Sırtı'na geçer ve Ambar Gölü'ne inen aşıta ulaşabiliriz. Madem gözünüz yiyor, öyle yapalım.


Teklifine karşı teklifime sıcak baktılar ve vadinin düzünde stabil yükselen güzergahın rahatını ardımızda bırakıp en az 45 derece eğimli yamacın zoruna vurduk bacakları!


Patikanın olmadığı yüksek eğimli yamaçta ilerlemek gerçekten çok yorucu oluyordu. Bilek kaslarına aşırı yük biniyor, sert tabanlı dağ botları ayak tabanlarını acıtıyordu. Ben stabil bir şekilde yükseliyordum fakat grupla aramız gittikçe açılıyordu. Sürekli bağırıp patikaya ne kadar kaldığını, patikanın nerede olduğunu vs soruyorlardı. Ben sonunda patikaya ulaştım ve çantamı çıkarıp bir kayanın üzerine oturdum. Güneybatı tarafımda Tar Vadisi'nin başlangıcı, Derebaşı mevkii dediğimiz bölge bulutların halimleştirdiği günışığı altında sonbaharın altın yaldızlı renkleriyle alazlanıyordu. Uçarı yaz yeşili yerini hazanın hüzünlü sıcak renklerine bırakıyordu artık ve bu geçiş göze çok hoş geliyordu. Hafifçe esen tatlı dağ rüzgarı terimi tenimden çekip alırken aşağıda yamaçla boğuşan arkadaşlarımı gördüm. Fazlı Abi patikaya ulaşmıştı ama diğer elemanlar çok yavaş ilerliyorlardı. Kalkıp hızlıca yanlarına indim ve çantalarından birini almayı teklif ettim. Onlar "Onun çantasını al! Hayır seninkini alsın!" vs tartışırlarken Bülent Abi'nin çantasını alıp hızlıca çıkarttıktan sonra tekrar inip Hüseyin Abi'nin çantayı çıkardım. Herkes patikada buluştuktan sonra oturup dinlenceye koyulduk.


Yeteri kadar soluklanıp toparlandıkta patikayı seyretmeye devam ettik. Tatlı eğimiyle çok inip çıkmadan ilerleyen patikanın üzerinde bulunduğumuz noktasından itibaren 4 kapı vardı. Son kapıdan sonra Dadala'ya doğru alçalarak kaybolan patikadan o noktada ayrılıp tekrar dik yamaçta yükselerek Lelvan Sırtı'na çıkacak oradan kayalık bölgede yan geçerek 3000 metre irtifadaki aşıta ulaşacaktık. Ha gayret deyip grubu yüreklendiriyordum sürekli. Kayalık kapılardan durup Kemerli Kaçkar ve Tar Vadisi manzaralı hatıra fotoğrafları çekilerek 3. kapıya geldik. Burada 4. kapıya gitmeden yükselmeyi teklif ettim ve aldığım müspet karşılıkla tekrar yüksek eğimli yamaçta tırmanmaya başladım. Tırmandıkça grupla aram açıldı. Sırta yaklaştığımda görüş alanımdan çıkmışlardı. Aşağıda, Dadala Pansiyon'un avlusunda üç çadır ve etrafta dolanan insanlar seçiliyordu. Sırta doğru tırmanmaya devam edip zirveye ulaştım. Kayalık oluğun altında Lelvan Gölü ile uzakta Didingola seçiliyordu şimdi. Derken aşağıdan Fazlı Abi'nin sesi geldi.


- Bayram, oradaki gölde kamp yapalım diyorlar. Su bitti, dayanamıyorlar!

- Abi o göle inmeleri mümkün değil. Çok dik ve sert bir iniş var burada. Gel bak istersen. Oraya inene kadar 300 metre yan yürüyüşle aşıta gidip sonra inişe başlamak daha mantıklı, aşağıda su da var hem. Ya da direk aşağı, Dadala'nın biraz yukarısına inip kamp yapacağız, bu taraf en zor seçenek olur!

- Dayanamıyorlar Bayram, Hüseyin çok susadı!


Yapılan büyük yanlışlardan biri ile karşı karşıya gelmiştik. Kaçkar bölgesinde su problem olmaz genelde, ihtiyaten bir adet küçük şişe yeter! Ama etrafında kendinden yüksek bölge bulunmayan sırtlarda, aşıtlarda kaynak suyu bulmak pek mümkün değildir. Bizim şu ana kadar yürüdüğümüz doğaçlama rotanın büyük bir bölümü de sırt ve aşıtlardan geçiyordu, doğal olarak su çıkmadı karşımıza. Arkamdan gelen Bülent Abi yılların kampçısı, deneyimli bir doğaseverdi ve böyle bir çaylaklık yapmıştı işte. İlk planladığımız güzergaha sadık kalıp Derebaşı rotasını takip ederek aşıta çıksaydık suydu her yer lakin şu an bulunduğumuz yer bütün kaynaklardan yukarıda kalıyordu. En kötü durumdaki Hüseyin Abi'nin yanına gidip durumunu sordum. Sonra 5 kiloluk boş bidonu çantasında taşıyan Fazlı Abi'den bidonu istedim. Pansiyona inip su dolduracak sonra tekrar yukarı çıkacaktım ama bir an düşününce bu mantıksız geldi. Hüseyin Abi'ye sordum:


- Abi bak aşıt şurası, artık yükselmeyeceğiz, yan yan yürüyeceğiz. Ben aşağı inip gelene kadar geçecek sürede zaten oraya ulaşırız. Aşağıda su kaynağı da uzak değil. Ne dersin, oraya kadar dayanabilir misin?


- Dayanabilirim heralde ya! Tırmanma yoksa dayanırım.


- Tamam abi, öyle yapalım o zaman. Hem Güneş de batıyor, geçe kalmayız. Ha gayret.


Bu şekilde karar verip kayaların üzerinden hızlıca yan geçiş yaparak aşıta ulaştım. Çantamı indirip diğerlerini beklemeye koyuldum.


Aşıttan sırt yönünü kontrol ettiğimde Bülent ve Hüseyin abilerin yavaş yavaş gelirken Fazlı Abi'nin aşağı inmekte olduğunu gördüm. Uzaktan bağırarak nereye gittiğini sorduğumda su almaya gittiğini söyledi. İşler sarpa sarmaya grup dağılmaya başlamıştı. Bülent ve Hüseyin Abi aşıta ulaştığında Fazlı Abi gözden kaybolmuştu. Onlara dinlendikten sonra yavaş yavaş göle doğru inmelerini, pet şişeleri doldurup tekrar aşıtı tırmanacağımı söyleyerek Ambar Gölü'nün yukarısındaki vanağa doğru hızlıca inmeye koyuldum. Gün ışığı iyice zayıflamış, gölgeler kararmaya başlamıştı. Vanağa ulaştığımda suyun neredeyse kurumuş olduğunu gördüm. Akışın nispeten devam ettiği bir nokta bulup şişeleri doldurmaya başladım lakin yarıdan fazlası dolmuyordu, su çok azdı. Şişeden şişeye aktararak 2 tam bir yarım şişe su elde ettikten sonra çantamı güvenli bir yere bırakıp tekrar aşıta doğru hızlıca tırmanmaya başladım. Aşıtın dibine ulaştığımda Bülent Abi'yi tek başına inerken yakaladım, yarım şişeyi ona verip tırmanamaya devam ediyordum ki Bülent Abi bağırdı:


- Yarım şişeyi niye veriyorsun vicdansız?

- Abi biraz aşağıda su var, Hüseyin Abi nerede?

- Yukarıda Fazlı'yı bekliyor.

- Fazlı Abi yakında mıydı, gördünüz mü?

- Evet, aşıta ulaşmak üzereydi.

- Ben neden çıkıyorum abi o zaman?

- Çıkma abicim, Fazlı su buldu, götürüyor Hüseyin'e.

- Tamam al o zaman göm bu şişeyi de, afiyet olsun.


Bu şekilde sulanıp birlikte göle inmeye koyulduk. Yol üzerinde taze ayı dışkıları olduğundan gürültü yaparak ilerliyorduk. Yarı yoldaydık ki hava karardı. Kafa lambalarını yakıp devam ettik. Aşırı çarşak güzergahı geçip gölün kenarına yaklaşırken yukarıda diğerlerinin ışıklarını da görüp rahatladık. Göl kenarında çadır için uygun bir yer bulup kurmaya koyulduk zira 11 kiloluk çadırın orta brandası hariç bütün parçaları bendeydi. Çadırı sermiş, polleri geçirmiştik ki diğerleri de yetişti. Kelimenin tam anlamıyla pert olmuşlardı. Özellikle Hüseyin Abi ruh gibi dolanıyordu. Çadır işini bitirip eşyayı odalara yerleştirdik. Hüseyin Abi doğrudan odasına geçip fermuarı kapattı ve yattı. Biraz takılmak adına sordum:


- Abi çok güzel Samanyolu var. Çekmeyecek misin?

- UMRUMDA BİLE DEĞİL!

- 😀


Şaka bir yana gerçekten durumu çok iyi değildi. Sıtma tutmuş titriyordu. O dinlene dursun grubun "Geyşa"sı emektar dağ aşçısı Bülent Abi yemek yapmaya koyuldu. Yemek hazır oldukta Hüseyin Abi kendine gelmişti. Isınmış, yorgunluktan ve olumsuz duygulardan nispeten kurtulmuştu. Yemek işini halledip çay demledik. Gece vakti biraz fotoğrafla uğraşıp yatışa geçtik.


Mutad olduğu üzre çadırda uyku benim için çok verimli olmasa da odaların dışında yemek yaptığımız bölümdeki brandanın üstünde uyumayı tercih ettiğimden olsa gerek nispeten kaliteli bir uyku deneyimledim. Sabah 7 gibi çadırdan çıkarken Bülent Abi nereye gittiğimi sordu. Işık sertleşmeden gölün etrafını dolanacağımı söyledim. Hazırlanıp bana katıldı. Birlikte yürüyüşe başladık. Gölün doğu kıyısı çok dik ve çarşaklı bir yamaçtı. O kısma geldiğimizde Bülent Abi'ye geri dönebileceğimizi söyledim ama devam etmek istedi. Ben çarşaklarda yine yavaş yürüyemedim ve Bülent Abi'yle aramız açıldı. Nispeten düz bir bölgeye geldiğimde bir kayaya oturup Bülent Abi'yi uzaktan izlemeye başladım. Yavaş yavaş, dinlene dinlene iniyordu. Bazen durup göle doğru kaya yuvarlıyordu. Bu arada diğerleri de çadırdan çıkmış dışarıda güneşleniyorlardı. Uzaktan Bülent Abi'ye en kolay güzergahı tarif edip, nispeten güvenli bölgeye inmesini sağladıktan sonra ben de çadıra gittim. Bülent Abi de gelince kahvaltıyı hazırlamaya koyulduk. Hüseyin Abi'nin yaptığı bol tereyağlı kuymağı hiç ettikten sonra bir de hep beraberce gölün etrafından yürümeye başladık. Kuzey kıyıdaki yamaca çıkıp fotoğraf işlerini hallettik. Tekrar çadıra dönünce ben yüzmek için üzerimi değiştim. Diğerleri de bana katılmak istediler. Dalmaya uygun bir yer bulup göle yavaşça daldım. Suyun soğukluğu yine ciğerlerime baskı yapıp nefes almamı zorlaştırıyordu. 5-6 kulaç atıp geri döndüm ve çıktım. Sonra tekrar dalıp çıktım. Ardından Hüseyin Abi ve Bülent Abi daldılar. Tabi su çok soğuk olduğundan haykırışlar dağın duvarlarından yankılanıp göl çanağını dolduruyordu. Suya alışmıştım, tekrar balıklama dalmak için daha derin bir nokta bulup Hüseyin Abi ile bir daha daldık ve çıktıktan sonra yüzme faslını bitirdik. Kayda değer derecede soğuk olan suyun vücut üzerindeki dinçleştirici etkisi muhteşemdi. Kuruduktan sonra çelik gibi sağlam ve pamuk gibi rahat hissettirmişti. Sırf bu hissi yaşamak için bile bu buz gibi suya dalmaya değerdi doğrusu.


Kurulanıp çadır çevresinde biraz vakit geçirdikten sonra oturup ne yapacağımıza dair konuşmaya başladık. Çadırı toplayıp aşıta çıkmaya karar verdik. Çantaları orada bırakacak, Didingola ile Eğrisu Vadilerini ayıran sırt boyunca yürüyüp yukarıdan gölün fotoğrafını çektikten sonra geri dönecek ve Derebaşı mevkiinde çadırı tekrar kuracaktık. Plan bu şekildeydi.


Çadırı toplayıp su konusunda tedbiri sağlama bağladıktan sonra ben yine önden yürümeye koyuldum çarşaklı güzergah boyunca. 5 kiloluk su bidonu ensemle çanta arasında ilerliyordum. Hava dün olduğu gibi bulutluydu, nispeten hızını artıran rüzgar da eklenince ideal bir dağ havası oluşmuştu. Arada diğerlerinin yakınlaşmasını bekleyerek yürümeye devam ederken aşağıdan bağırarak durmamı söylediler. Aşıta gideceğimize hemen kuzeyimizdeki yakın aşıtı kullanarak sırta çıkalım oradan fotoğrafı çekip ineriz dediler. Kazın ayağı öyle değil, dedim:


- Orası bizim ineceğimiz vadi değil Didingola Vadisi. Bizim geldiğimiz aşıt şurası (batıyı gösteriyorum) arada Lelvan sırtı var. Biz buradan da çıksak, geldiğimiz aşıttan da çıksak harcayacağımız efor, yürüyeceğimiz mesafe değişmeyecek. Ayrıca çantayla o kayalık sırttan yürümek zorunda kalacağız. O işi unutun.


Fazlı Abi,


- Haklısın, ben oradan iniliyor sandım bir an, dedi.


- Yok abi oradan inersek tekrar çıkmak zorunda kalırız, dedim.


Böylece dün akşam iniş yaptığımız dik aşıta tekrar çıktım. Çantayı bırakıp aşıttan indim ve Hüseyin Abi'nin çantasını alıp aşıtı bir daha tırmandım. Herkes ulaşınca çantaları güvenli bir yerde birbirilerine yasladık ve çadırın orta zemin brandasını üstlerine örtüp taşla sabitledik. Neden sonra telefon çekmeye başladı ve AFAD'dan gelen şiddetli fırtına uyarısına dair mesajı gördüm. Gruba yarın sabah muhtemel bir fırtınadan olumsuz etkilenmemek için bugün kamp yapmak yerine doğrudan arabaya inip bizim yaylaya geçmeyi ve yayla evinde gecelemeyi önerdim. Başta sıcak bakmasalar da sabah başlayabilecek fırtınada zaten sakat olan çadırın ve yorgun ihtiyarların hali gözümün önüne geldiğinden ısrar ettim ve teklifi kabul ettirdim. Ardından Hüseyin Abi'nin çantasına ekipmanları, yiyecekleri ve suyu koyduktan sonra çantayı sırtlanıp yine önden yola koyuldum. Sırtın en üst noktasında kalmaya gayret ederek inişli çıkışlı kayalık güzergahı katetmeye başladım. Gölü tam batısından ve 150 metre yukarıdan gören doruk noktasına geldiğimde Çamlıhemşin'deki en fantastik manzaralardan biri karşımdaydı şimdi. Buzul çağlarından miras özge bir diyar daha... Milyon yıllık sabırlı buzul işçiliğinin dağların koynuna kondurduğu etrafı sarp ve derin kayalıklıklarla çevrili doğal bir çanak içerisinde kaim çivit mavi bir göl. Karakteristik bir askı vadi tam karşımda duruyordu şimdi. Gölün gidegeni göldeki halim tavrını bırakıp kayaları bir bıçak gibi yararak vadiye en az 60 derecelik bir eğimle hücum ediyor ve tabana ulaşıp yaklaşık 400 metre ilerledikten sonra mendereslenerek bir diğer gölü, Eğrisu'yu, şekillendiriyordu. Bu görsel şöleni sakin bir tavırla izlemeye devam ettim. Burayı ilk kez görecek olan arkadaşlarımın tavrılarını da merak ediyordum. İlk gören Fazlı Abi oldu.


- Oooo! Bayram bu neymiş böyle ya! Şu manzaraya bak!


- E boşuna katlanmadınız abi bunca yorgunluğa. Güzelliğinden bahsetmiştim size.


- Şahane gözüm, şahane!


Son iki kişi de gelip fotoğraf işlerini hallettikten sonra ben bir sonraki doruğa doğru yürüdüm. Orada tekrar buluşup kayıt işlerini tamam ettikte dönüş yoluna koyulduk. 


Kafa lambalarını karanlığa kalacağımız kesin olduğundan başımıza takmıştık. Aşıtın dikliğini hızlıca indik. Dadala'nın bir yukarısındaki düzlükte Fazlı Abi'nin telefonuyla ablama ulaşıp yayla anahtarının teyzemde teyzemin de yaylada olup olmadığını annemden sormasını istedim zira annem telefonuna cevap vermiyordu. Anahtarın ve teyzemin yaylada olduğunu teyit edip rahatladıktan sonra kararan günün ilerleyen saatlerini Derebaşı'nın altında, vadinin düzlüğünde karşıladık. Grup iyice yorulmaya başlamış, dinlencelerin ve homurtuların sıklığı artmaya başlamıştı. Karanlık içinde ses yapıp yabanı uyararak önden ilerlemeye devam ettim ve yayla yerleşkesinin güneyindeki ev kalıntılarına ulaştım. Buradan araç yolunun başladığı noktaya doğru ilerleyerek derenin karşısına geçtik ve araç yoluyla son metreleri tüketmeye başladık.


Çoban köpeklerini uyandırmamak için sessiz kalmaya dikkat ederek yürürken bir noktada derenin karşısında kara sessizliği bozan bir haykırış doldurdu vadiyi:


- Ehhhhhooooy!


Bizimkiler de hep bir ağızdan bağırdılar:


- EHOHOHOHOOOOOOYYYYY!!!!


- Ula, kimsunuz ulaaaaa!


- Biziz Şenol Abi, biz. Dağcılar!


- Haaaa! Döniyisinuz haaa.


- Evet abi, görüşmek üzere.


- Haydi yolunuz açık olsun.


Bu yüksek sesli kısa muhabbetten sonra hızlanıp gruptan ayrıldım ve çabucak araca ulaştım. Saat 20.20 idi. Diğerleri de geldiğinde çantaları araca koyup yerleştik. Bülent Abi'nin çantasını kucağıma almıştım. Vakit geç olduğundan yerleştirmekle oyalanmak istemedim. Rahatsız olacağımı söyleyip çantayı kendi kucağına isteyen Bülent Abi'ye ısrara devam etmemesi için biraz sesimi yükselttim ve yola koyulduk. Berbat kayalarla kaplı bozuk yolda zıplaya zıplaya ilerleyerek Koçdüzü'ne doğru yükselen nispeten rahat yola ulaşıp 21.15 gibi yaylaya vardık. 


Eve yaklaşmıştık ki komşu oturmasından dönen teyzemi yolda görüp anahtarı alacağımı söyledim. Araçtan inip evine koştum anahtarla birlikte cam kavanozda yayla yoğurdunu tutuşturdu elime. Nihayet eve geçip yoğurdu anında hiç ettikten sonra yerleşip yemek hazırlamaya koyulduk. Yemekler bulaşık derken yatışa geçtik.


Yürüyüşümüz bu noktada nihayete ermiş, anılara karışmış oldu. Ertesi gün Samayile'ye çıkıp yayla civarında dolaştıktan sonra Topluca üzerinden Çamlıhemşin'e oradan da Dikkaya'daki köy evimize gittik. Babam beni Çamlıhemşin'den almayı unuttuğundan abiler köye bırakmayı teklif etmişlerdi. Köye ulaştığımda evin avlusunun ağaç dallarıyla kaplı olduğunu, annemin mısırlarının devrildiğini gördüm. Annem inanılmaz bir fırtına olduğunu, hayatında böylesini görmediğini söyledi. Dağda da gök gürleyip yağmur yağmıştı ama böyle şiddetli bir şey yaşanmamıştı. Fırtına üzerine bir iki kelam edip evin balkonunda yorgun misafirleri çaylayarak kısaca ağırladıktan sonra yola koydum ve bu anlatının da sonuna gelmiş olduk.


Bize kalan özge bir yaşantı daha böylece bizden uzun ömrünü garantilemiş oldu.


05.09.2022 - Mekaleskirit/Çamlıhemşin





















Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bu Tatos Dağları'nı Tavaf Ettiğim ve Ayı Saldırısından Nasıl Kurtulduğumdur...

Sû-i Tedbîrimle Yâ Hû

Akıl, Bir Damla Su!..